Die Gaste
Yazarlar
Die Gaste 2. Sayı / Temmuz-Ağustos 2008
Ana Sayfa
Die Gaste, SAYI: 2 / Temmuz-Ağustos 2008

İki dilli veya çok dilli eğitim: Günümüzde hala olanaklı mı?

İmdat ULUSOY




    Winston Churchillin “Dünyamız eskiye oranla yirmi beş kez daha küçülmüştür” diye bilinen bir sözü var. Bu sözün bundan yarım asır önce söylendiğini düşünecek olursak, bugün dünyamızın nerdeyse avucumuzun içi kadar küçüldüğünü tasavvur edebiliriz. Bir de buna artık tüm toplumların çok dilli ve çok kültürlü olduğunu eklersek, o koskoca altı milyarlık yeryüzünün nerdeyse küçücük tek bir ülke haline geldiğini bir anda gözlerimizin önünde canlandırıverebiliriz artık…
    İletişim yönünden bakıldığında avuçlarımızın içine bile sığacak hale gelmiş, bir tenis topu kadar küçülüvermiş bir dünya. Küçülmesine küçüldü ama, bu iletişimin olmazsa olmazı çok dillilik ve çok kültürlülük ilkelerinin ne boyutta olduğunu düşünecek olursak, tekrar karşımıza büyüyerek çıkan koca bir dünya. Çok dilliliği ve çok kültürlülüğü adil ve eşitçe yaşayamayan bir dünya!
    Artık günümüzde, örneğin şu içinde yaşadığımız çok kültürlü Avrupa ülkelerini ele alacak olursak, kalıcılaşma sürecinin tüm hızıyla sürdüğünü görebiliriz. Bununla atbaşı olarak giden yeni kuşakların iki veya çok dilli büyümeleri de kaçınılmaz olarak devam ediyor. Sadece çok kültürlü evliliklerden olan çocuklarda değil, yeni yetişen tüm kuşaklarda çok dilliliğin sonucu olarak anadillerinde ve ikinci dillerinde dil öğrenme sorunu da ne yazık ki hala canalıcı önemini koruyarak sürüyor.

* * *


    “Günümüzde göçmenlerin üç önemli sorunu nedir?” diye kendimize soracak olsak, kuşkusuz ilk akla gelen “işsizlik, ırkçılık ve eğitim” olacaktır. Bunlardan eğitimin onların yaşamında çok önemli bir yeri olduğunu bilmeyenimiz yok artık. Bu eğitim sorunu kapsamında ise iki dilli ya da çok dilli eğitimin kendine özgü önemli ve özel bir yeri var.
    Almanya örneğini ele alalım. Göçmen çocuklarının Almanca bilgilerinin ve konuşmalarının çok iyi olması gerektiği yıllarca söylenen ve herkesçe kabul gören bir olgu. Bunun yanısıra, çocuğun, daha önce kendi anadilini iyi öğrenmesi gerektiği de yine çok yinelenen ve bilinen bir gerçek.
    Çok yazılıp tartışılan bir konu olmasına karşın, sorun hala çözümlenmediği için gündemdeki yerini koruyor ve bir o kadar da güncel elbette. Burada doğup büyüyen kuşaklardan gençler, artık çocuk sahibi olacak yaştalar. İşte bunların evde çocuklarına kendi anadillerini düzgün ve güzel öğretebilmeleri ise gittikçe zorlaşan bir sorun. Çünkü kendileri anadillerini , örneğin Türkçe’yi iyi öğrenememişlerse, bunu çocuklarına nasıl öğretecekler, sorusu geliyor herkesin aklına.
    Yabancı çocukların dil eğitimi açısında çok tartışılan konulardan bir tanesi de, özellikle karma evlilik diye bilinen, anne ve babanın farklı ülkelerden veya farklı kültürlerden geldiği ailelerin çocuklarının iki dilli yetişmelerinin mümkün olup olmadığı ya da nasıl olabileceği konusu.
    Sözün kısası, aynı anda iki dili öğrenmek ve iki dilli yetişmek; karma evliliklerden ailelerin olduğu kadar, burada doğup büyüyen ve anne babası aynı ülkeden gelen ailelerin çocukları için de günümüzde hala çözümlenmediği için önemini koruyan bir sorun.
    Değişimin ve yaşamın yasaları gereği, kalıcılaşma süreci kendi yatağını kendi bularak akıp giden bir ırmak gibi sürüyor. Büyük çoğunluk geleceğini burada gördüğü için, ileriye de böyle bir perspektifle bakıyor ve buna uygun da yaşamını kuruyor. İşte bu kalıcılaşma sürecinde, eğitimdeki sorunlar da önemini koruyarak, aynı zamanda yeni eklenen başka sorunlarla birlikte karşımıza çıkıp çözüm bekliyorlar.
    Yeni yetişen kuşaklar evlenip çocuk sahibi oluyorlar. Anadillerini kendi çocuklarına öğretmek istiyorlar, ama yetersizlikleri nedeniyle kendi çocuklarına anadillerini öğretmede zorlanıyorlar.
    Karma evliliklerden olan çocuklar -tüm zorluklara karşın- okullardaki, örneğin Türkçe derslerine katılmak ve Türkçe öğrenmek istiyorlar ya da ailelerinin istekleri doğrultusunda derslere gelip katılmak istiyorlar.
    Bu sorunların tam karşıtı durumda, yaşamın ortaya koyduğu kabul edilmesi gereken bir başka olgu daha var: Kimi aileler, geriye dönüş diye bir düşünceleri olmayıp geldikleri ülkeyle tüm köprülerini atarak bulunduğu topluma yerleşmek istedikleri için, - bunlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak adeta “gönüllü özümlemeye evet” der gibi, anadil diye bir sorunlarının olmadığını ileri sürebiliyorlar. “İnsanın doğduğu değil, doyduğu yerdir vatanı” anlayışı kapsamında, bu tür görüşte olanları ve yaşamın ortaya koyduğu bu gerçekçiliği de saygıyla karşılayıp, bu sorunsalı kimi milliyetçi ya da dinci yaklaşımların bakış açısıyla değerlendirip yanılgılara da düşmemek gerekiyor. “Devlet kafası” ya da “devlet politikası” gözlüğüyle bakanlara göre bunlar sanki suç işlemişlerdir. “Vatanseverliğinden kuşku” duyulur ve aslını inkar ediyorlar diye suçlanarak karşılaşıldığında selam bile verilmek istenmez.
    Ama her şeyin durmadan değiştiği dünyamızda, en büyük öğretici ve ayırtman olan zaman ve değişimin ilerde onlara da bu konuda dersini verip ikna edeceğinden emin olabiliriz.
    Her şey bir yana, bizi ilgilendiren can alıcı bir sorun var : Aynı anda iki dili öğrenen çocuklar zorlanmıyorlar mı? Her şeye karşın çocukları iki dilli yetiştirmek günümüzde mümkün mü? Gerekli mi? Ne yapmak ya da nasıl yapmak gerekir? İşte çok tartışılıp konuşulan bu ve benzeri sorunlar ve yanıt bekleyen bunca sorular...

* * *


    Çocukların iki dilde eğitilmeleri avantaj mı? Bu konuda nasıl bir yöntem izlenmesi gerekiyor? Günümüzde iki dilli eğitimin genel olarak çocuklar için büyük bir avantaj olduğu tartışması bilinen bir gerçek. Bu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Fakat bu eğitim sürecinde yanlışlar da yapılabiliyor ve bu yanlışlar çocuğun okuldaki başarısını olumsuz etkiliyor. Sonuçta çocuk hem anadilini hem de ikinci dili yeterince öğrenemiyor. Bu konuda özellikle çocuk psikologlarının birleştiği nokta şu. Her iki dilin öğretilmesinde tek bir yöntem kullanılmalı. Anne ve babanın evde olsun dışarda olsun çocuklarıyla sadece anadilinde konuşmaları gerekir. Bu yöntem, anne ve babası ayrı iki dili konuşan çocuklar için de geçerli. Örneğin baba Türk, anne Alman ise, babanın tam bir kararlılıkla sadece Türkçe, annenin ise Almanca konuşması gerekiyor.
    Peki anne-babası Türk olan ve iki dilde büyüyen çocuklar için böyle bir eğitim sorun olabilir mi? Anne ve babanın evin dışında da yalnızca Türkçe konuşması ve iki dili karıştırmamaları çok önemli.İki dili karıştırdıkları zaman, kimi çocuklar neyin Almanca neyin Türkçe olduğunu anlayamazlar.Bu da onların iki dili de yanlış öğrenmelerine neden olur. Kısacası çocuk ne doğru dürüst Türkçe ne de Almanca öğrenebilir. Türkçe konuşurken her cümlede birkaç Almanca sözcük kullanır ve ilerde dili, dilbilgisi açısından öğrenip kavramada ya da iki dili ayırt etmede güçlük çeker. Bu konuda çarpıcı bir örnek verilebilir. Türkiye’den evlilik nedeniyle gelen iki çocuklu bir annenin bir radyo röportajında söyledikleri oldukça ilginç ve düşündürücü: “Benim iki çocuğum var. Bu konuda ben biraz hata yaptım. Çünkü ben kendim de, Almanya’ya evlendikten sonra geldiğim için, Almancayı öğrenmek istedim. Bu yüzden çocuklarımla yarı Almanca, yarı Türkçe konuştum. Ve sonuçta, şu andaki durumda, çocuklarımda Türkçe’de hafif, biraz, hafif demeyeyim de, epeyce aksaklık var. İki dilde yetişen çocuklar tabii ki avantajlı. Çünkü biz bir başka ülkede yaşadığımız için, çocuklarımız mecburen Almanca’yı öğrenecekler, fakat Türkçe’yi de kendi dilimiz, anadilimiz olduğu için öğrenmeleri şart. Bu yüzden anne ve babalara çok görev düşüyor.Ve ben bu hatayı yaptım. Kendim yarım yarım konuştum. Çocuklarımın gerçekten Türkçe dilinde aksaklıkları var, çok büyük sorun sayılacak kadar olmasa da. Bunu telafi edip Türkçe konuşarak arayı kapatmaya çalışacağım.”
    Okullardaki Türk öğrencilerin başarısızlığını, evde Almanca konuşulmamasına bağlayan Alman öğretmenlerin sayısı hiç de az değil. Öyleyse bu haksız yargılama nereden kaynaklanıyor? Birçok Alman öğretmen anadilin bir çocuk için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor. Hatta ne yazık ki bunlar arasında, böylesi konuları bilmek veya duymak istemeyenler bile var. Çocuğun kişiliğinin gelişmesindeki önemli rolü konusunda bilgi sahibi değiller. Bilseler de işlerine gelmediği için “sağır” ve “ dilsizi” oynuyorlar. Bu konuda kafa yormadıkları gibi hiç önemsemiyorlar da. Doğal olarak burada asıl sorumlu Almanya’daki eğitim sistemi ve devletin yabancılara yönelik dışlayıcı ve göç olgusunu inkar edici , görmezden gelen tavrıdır. Bu anlayışın sonucunda eğitim alanında çocukla karşı karşıya gelen öğretmen oluyor elbette. O yüzden doğrudan öğretmenleri suçlamak biraz haksızlık olur. Ama içlerinde maksatlı ve bilinçli olarak yabancı çocuklara karşı olumsuz yaklaşan, adil davranmayan, ayrımcılık yapıp onları dışlayanları da görmezlikten gelemeyiz. Onların elbette Türkiye’ye gidip Türkçe öğrenmeleri beklenemez. Ancak bu öğretmenlerin Türkiye’ye gitmiş olduklarını ve kendi çocuklarını bir yıl orada bir Türk okuluna göndermek zorunda olduklarını düşünelim. Okuldaki Türk öğretmenler de çocuğa, “Evde Almanca konuşmak yok!” demiş olsalar, kuşkusuz Alman anne ve babalar bu durumu şiddetle protesto ederlerdi.
    Ama bu haksız uygulama yalnızca bilgisizlikten kaynaklanmıyor. Çünkü iki dilde eğitim, Almanya’da yeni bir kavram değil. Örneğin İsviçre’de çocuklar üç, hatta bazen dört dili birden öğreniyorlar. Bu, çocuklar için hiç de zararlı olmuyor. Tersine ilerdeki yaşamlarında son derece başarılı oluyorlar. Burada önemli olan, konuya olumlu gözle bakıp, hangi dil olursa olsun, çocuğu kösteklemek değil, desteklemek ve ona değer vermektir. Eskiden ilkokuldaki çocuklara veya velilerine “Çocuğunuz anadilini öğrenmesin, yoksa Almanca ile karıştırır veya bu ona çok gelir” diyen Alman eğitimciler simdi aynı okullardaki çocuklara bizzat kendileri, yeni müfredatta ilkokul 3. sınıftan itibaren uygulamaya konulan İngilizce, İspanyolca vb. dil dersini veriyorlar. Şimdi onlara o eski savundukları dahice görüşlerini anımsatmak gerekir: Hani ilkokul çağındaki bu çocuklara, bu yaşta Almanca’nın dışında bir başka dili (burada kastedilen çocuğun anadili) daha öğrenmeleri çok geliyordu?