Die Gaste, SAYI: 3 / Eylül-Ekim 2008

...Ve Entegrasyon Sınavını Kazandık!



Die Gaste 3. Sayı / Eylül-Ekim 2008

III. VİYANA KUŞATMASI
    (www.diepresse.com, 16.06)
    SOSİS DÖNERİ YENERKEN
    (Focus online, 26.06)
    ENTEGRASYON SINAVI
    (www.n-tv.de 24.06)
   
    “Türkiye, Türkiye - wir lieben Deutschland”,
    www.süddeutsche.de, 26.06
    “Futbol, iki takım ve yirmi iki kişi ile oynan ve sonunda Almanya’nın kazandığı bir spor dalıdır.” (Gery Lineker, eski İngiliz Milli Takım oyuncusu).
    “Bu da üçüncü Viyana kuşatması olacaktı. Futbol, politiğin başka araçlarla devamından başka bir şey değildir.” (FAZ, 28.06)
    “Bu normal bir maç değil” (n-tv, 24.06)


    Bu yıl İsviçre ve Avusturya’da 13.’sü düzenlenen ve 7-29 Haziran’a kadar süren Avrupa Futbol Şampiyonası’nda İspanyollar Almanları 1:0 yenerek kupayı 2. kez ülkelerine götürürken, Almanlar yenildiklerine üzüldü. Türklerin bazıları aynı üzüntüyü paylaştı, büyük çoğunluğu ise sevinçten dört köşe oldu.
    Şüphesiz şampiyonaya damgasını vuran ve en çok konuşulan konu, favori olmayan iki takımın, Rusya’nın ve özellikle Türkiye’nin Avrupalılar açısından büyük başarı göstermesi oldu.
    Türkiye, son dakika golleriyle beklenmedik bir performans göstererek çeyrek finale yükseldi ve çeyrek finalde rakibi, grup maçlarında Almanları yenen Hırvatlar oldu. Çeyrek final karşılaşmasında Türkiye, yarı finalde Almanlara karşı oynama umuduyla yanıp tutuşurken, Almanlar, bunu hayal etmek bile istememiş, yarı finalde Hırvatlara karşı rövanş almaktan söz eder olmuşlardı.
    Türkiye’nin Hırvatistan’ı yenmesiyle korkulan başa geldi. Türkiye yarı finalde Almanya’nın rakibi oldu. Havayı, bir panik ve çatışma korkusu sardı.
    Yıllardır süregelen, üzerlerinde oluşturulan baskının (Türklerin entegrasyon özürlü oldukları, paralel toplum oluşturdukları, Avrupa’ya ait olmadıkları vs. gibi suçlamalar) getirdiği aşağılanmışlık ve istenmeme duygusuyla Türkler, kendilerini mağdur durumda görürken, en azından futbolda Almanları yenerek, bunlara bir yanıt verme, maçta üstünlük sağlayarak oluşan tepkiyi hafifletme ihtiyacı duyuyorlardı. Alman tarafı ise, bu tepkinin ve bu tepkiye karşı Almanların tepkisinin nasıl olacağının kestirilememesinden oluşan korkuyu gidermeye yöneldi. Almanya’nın önde gelen politikacıları ve medyası bu korkuyu gidermeye çalıştı.
    “Bütün Alman basını sonsuz olan halk dostluğunun değerlerini, sanki korkudan altına yapacaklarmış gibi duyuruyor.” (FAZ, 28.06)

    Maç başlayana kadar artık her şey güllük gülistanlıktı. Almanlarda “entegrasyon özürlü Türkler” ve “yabancı düşmanlığı” yok olmuş, yerini artık “Türk-Alman dostluğu”na bırakmıştı. Herkes bir kez daha Türkleri keşfetmiş, her yerde Alman ve Türk bayraklı görüntüler gösterilmiş, Bild gazetesi turnuva boyunca ekstra Türkçe yayın yapmış, birçok Alman teknik direktörün Türkiye’de bulunduğu, Alman futbolcuların çoğunun Türklerle büyüdüğü, Almanların çoğunun Türkiye’de tatil yaptığı gibi şeyler konuşulmaya başlanmıştı.
    Daha düne kadar çok kültürlülüğün (Multi-Kulti) bir hayal olduğunu ve iflas ettiğini beyan edenler, o gün işlerine geldiğinden, çok kültürlülükten söz eder oldular.
    “Yarı final maçı bir Alman-Türk dostluk maçıdır
.” (Schäuble, İçişleri Bakanı, www.bundesregierung.de, 25.06)
    “Maçın barışçıl bir şekilde geçmesini temenni eder ve umarım ki seyircilerden hiç kimse bu neşeli futbol şenliğini bozmaya kalkışmaz.”
(Steinmeier, Dışişleri Bakanı, SAT1, 25.06)
    “Spor bir entegrasyon motoru olurken, iki yıl önceki gibi, bütün balkonlarda, arabalarda ve sokaklarda Alman ve Türk bayrakları seyirciler taraflarından dalgalandırıldı. Bunlar güzel dostluk resimleridir
.” (Maria Böhmer, Entegrasyondan Sorumlu Bakan, SAT1, 25.06)
    “Ben maça politik, milliyetçilik ve tarihsel karşılaştırma yüklenmesine karşıyım.”
(Bosbach, CDU grup başkanı, Welt Online, 23.06)
    “Ulusun gururu için Allah’ın bu golü verdiği gibi sözler, Türkiye’de büyük bir sorun yaratan konuyu körüklüyor. Bu da, azınlıklara karşı sergilenen aşırı milliyetçiliktir.’’
(Claudia Roth, Yeşiller Partisi, Welt Online, 23.06)
    “Türk futbolu milliyetçiliğe ve ırkçılığa hizmet ediyor.”
(Orhan Pamuk, Der Spiegel, 23.08)
    “Bu maç, Avrupa için de önemli olan birlikteliğimiz için çok büyük bir şanstır. Maçı kimin kazanacağını bilmiyoruz. Ama biz Bild ve Hürriyet gazetelerinin Genel Yayın Yönetmenleri, maçı kimin kazanması gerektiğini şimdiden biliyoruz. Dostluk ve beraberlik. Birlikte sevinen Almanlar ve Türkler birlikte kutlamalı. Yaşasın Türk Milli Takımı. Yaşasın Alman Milli Takımı”
(Ertuğrul Özkök-Kai Diekmann, Hürriyet ve Bild gazetesi genel yayın yönetmenleri, 25.06)

    Nihayet beklenen an gelmiş, iki takımın kaptanları tarafından ırkçılığa karşı bildiri okunmasıyla ve maç öncesinde yapılan beyanlarla (Almanlar açısından bu maç entegrasyonun hangi aşamada olduğunu gösterecekti) bir daha Türkler üzerinde son baskı kurulmuş, karşılaşma başlamış, ilk golü Türklerin atmasıyla Almanlarla “hesaplaşma” umudu doğmuş, Avrupalıların gözünde ise Türkler şahlanmış ve Mozart’ın Türk marşı kulaklarında çınlar gibi olmuştur.
    İlerleyen dakikalarda Almanya’nın 2:1 öne geçmesiyle Almanların yüreklerine su serpilmişken, Türklerin ikinci golle beraberliği yakalamasıyla bu su anında buharlaştı. Türkler, artık İsviçre maçında olduğu gibi bir mucizeyi beklerken, Avrupalıların nefesi kesildi ve Viyana surlarının titreştiğini hisseder oldular. Almanların üçüncü golü atarak maçı galibiyetle bitirmesiyle 3. Viyana kuşatması geri püskürtüldü. Avrupalılar bir kez daha “barbarlar”dan kurtarıldı!
    Bir kez daha Almanlarla “hesaplaşma” şansını kaybetmiş ve umutları suya düşmüş Türkler medya tarafından teselli edilmeye çalışıldı. Medya, Türklerin çok güzel oynadıklarını, son ana kadar çabaladığını ve Türklerin kendileriyle gurur duymaları gerektiğini yazmaya koyuldu.
    “Çok güzel bir maç oldu. Biz kazandık ama Türkiye çok iyi oynadı. Maçı seyrederken çok heyecanlandım.
Bu maç, Almanlarla Türkler arasında yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Açılan bu güzel yolda yürümeye devam etmeliyiz.” (Angela Merkel, Hürriyet, 28.06)
    “Siz daha iyi oynadınız, ama biz kazandık.”
(Kurt Beck, Hürriyet, 28.06)

    Ve maç bitmişti, ama önemli değildi. Her şeyden daha önemli olan Almanların yenmesi ve “dostluk ve entegrasyon”un kazanmasıydı. Türkler kaybetmişti, ama “ikinci vatanımız” kazanmış ve Türkler entegrasyon sınavından yırtmıştı. Bu kadar basitti herşey. Artık entegre edilmiş, Almanlarla et ve kemik gibi olmuştuk.
    Maçtan sonra Türklerden beklenen büyük çatışmalar olmazken (maçtan önce Türkler üzerinde oluşturulan bu psikolojik hegemonyadan ve ortamdan sonra tersinin beklenmesi bile komikti zaten), Dresden’de 20-30 kişilik sağcı gurup üç döner dükkanını yağmalamış, 20 kişi yaralanmış ve Türk bayrağı yakılmıştı. (Deutsche Welle, 26.06) Chemnitz ve Leipzig’te benzer olaylar olmuş ve Türklerin entegrasyonu başladığı gibi bitmişti.
    Evet, bugün anlaşılması gereken, futbolla gelen entegrasyonun ve dostluğun futbolla gittiğidir. Sorulması gereken soru ise, futbol üzerinden yürütülen hesaplaşmaların ve çekişmelerin yarın hangi araçlarla devam edeceğidir.