Die Gaste, SAYI: 3 / Eylül-Ekim 2008

Bir “İnandırma“ Modeli ve Düşündürdükleri

Kubilay ERCENK




    „Benim çocuğum Türkçe biliyor, onun Almancaya ihtiyacı var!“ veya „Hayır, önce Almanca!“ diye direnen anneleri ve babaları ve de yöntem değiştirmeyi sevmeyen sınıf öğretmenlerini, anadil destekli, çok dilli eğitimin yararlarına nasıl inandırabiliriz?
    Çok dilli eğitimin yararlarını kanıtlayan bilimsel araştırmaların sonuçları, akademik süslerden kurtarılıp her kesimin anlayacağı içeriğe henüz kavuşturulamadı. Bu nedenle, çocukla bilim arasında direnen anneleri, babaları ve sınıf öğretmenlerini inandırma ve çocukları çok dilli eğitimin nimetleriyle tanıştırma işi, bu alanda uygulmalı çalışan öğretmenlere düşüyor.
    Uygulama alanlarından biri, son yıllarda yaygınlaşan ve geliştirilerek etkinliği artırılan „eşgüdümlü, iki dilli abc öğretimi“dir. (KOALA - Koordinierte Alphabetisierung)
    Ben, bu tasarımı benimsemiş ve göçmen kökenli çocukların çoğunlukta olduğu bir ilkokulda çalışıyorum. 1., 2. ve ilk kez bu ders yılında 3. sınıfı da kapsayan iki dilli okuma-yazma, anadil destekli Almanca öğretimi için sınıf öğretmenleriyle birlikte derslere giriyorum. Yararlarına inandığım bu uygulamaya, anne ve babaları da inandırmak için geçerli bir „nedenlendirme“ yapma yükümlülüğünü hep duyumsadım. „Neden iki dilli öğretim?“
    Çocuklarımızı yaşama hazırlarken onları, genlerimizde taşıdığımız güdüsel ilgilerle, donanımlı kılmak için uğraşır dururuz. Doğadaki gözlemlerimiz de bunu kanıtlar. Yavrusuna uçmayı öğretmeye çalışan bir anakuşun, çocuğuna okul yolunu belleten bir anneden farkı yoktur. Donanımlar, bize kazandırılan veya sonradan kendi çabalarımızla kazandığımız tüm becerilerdir. Yaşamımızın kalitesi, edindiğimiz donanımların zenginliği ile doğru orantılıdır. Biz bu becerileri kullanarak yaşamımızı düzenleriz.
    Dil de çok önemli bir donanımdır ve bütün yaşam boyunca hem nitelik hem de nicelik olarak zenginleşip bize eşlik eder.
    İki veya çok dilli öğretimin yararlarına inandırma işi, sözlü didinmelerle havanda su dövmeye benziyordu. Anlata anlata dilimizde tüy bitmişken aklıma geleni bir deneyeyim dedim. Anneyi babayı değil de önce çocukları inandırmayı denemek istedim.
    Çocukların algılama, karşılaştırma ve hayal güçlerini kullanacakları sorulu yanıtlı bir deney için birbirinden farklı iki ev tasarladım. Bu evlerle inandırma işine önce 1. sınıf çocuklarıyla başladım:
   
    -
Bir eviniz olsun ister miydiniz?
    -Eveeet …
    -
Nasıl bir eviniz olsun isterdiniz?
    -büyük,
    -güzel,
    -bahçeli,
    -küçük,
    -renkli,
    -yüksek,
    - ….

İki Ev


    Daha önce tahtaya resimlediğim fakat kapalı tuttuğum iki evi açtım. İki Ev
    Artan bir ilgiyle baktılar. Evleri, çok güvendiğim çocuk dikkatiyle iyice karşılaştırdıklarına emin olduktan sonra „soru sormanın tam zamanı“ dedim içimden. Soruları, çocuklardan beklediğim yanıtlara göre sıralamıştım. Birinci beklentim, benim istediğim evi seçmeleriydi.
    -
Bu evlerden hangisini isterdiniz?
    -Şunu …
    -
Hangisini?
    Elleriyle göstererek;
    -Şu taraftakini …
    -
Bunu mu?
    -Evet.

    Çocuklar, onlara göre sağ taraftaki evi seçmişlerdi. Birinci beklentim gerçekleşince sıra „neden?“ sorusuna gelmişti.
    -
Neden?
    - …
    -
Neden şunu değil de bunu seçtiniz?
    - …

    Suskun sessiz, ben yanıt beklemekte, onlar yanıtı geciktirmekte bir süre inatlaştık. Sonunda bir öğrenci;
    -Bunun penceresi daha çok,
deyiverdi.
    Bu beklentim de gerçekleşmişti. Sonuca yaklaşıyorduk. Bundan sonraki sorumun üç yanıtı olmalıydı. Üçünü de bulabilecekler miydi?
    -
Çok pencerenin ne yararı var?
    - …
    -
Pencereler ne işe yarar? Evlerde neden pencere vardır?
    - …

    Yine karşılıklı bir bekleyiş. Sonunda çocuklardan biri kafamdaki üç yanıttan birini söylüyor ve sonrası çorap söküğü gibi geliyor:
    -Dışarıyı daha iyi görebiliriz.
    -
Çok güzel, başka?
    -Daha fazla ışık girer içeriye.

    Beklediğimden daha çabuk kavrıyorlar, seviniyorum:
    -
Bu da doğru, başka?
    - Eve daha çok hava girer.

    O derste; bir evde pencerelerin süs olsun diye yapılmadığını, bir önemi ve işlevi olduğunu çocuklarla birlikte öğrenmiş olduk. Saptadığımız bu sonucu, ilkokul 1. sınıf çocuğu için; „Çok pencereli ev iyidir, çok dilli çocuk başarılıdır.“ benzetmesiyle bağlayabilmek kolay olmadı. Bin dereden su getirerek iki önermenin birbiriyle ilgisini anlatmaya çalıştım.
   
    Evdeki pencere sayısıyla çocuktaki dil sayısının önemi ve işlevi -kanımca- tartışılmaz benzerlikler gösterir.
   
    Öğrendiği ve kullandığı her dil çocuğun dışarıya açılan penceresidir.

   
    -Çok dilli bir çocuğun hayal ve algılama gücü daha fazladır, daha çok sezer, görür. (sezgi, görüş)
    -Çok dilli bir çocuk bilgiye daha çabuk ulaşır, daha çabuk aydınlanır. (ışık)
    -Çok dilli bir çocuk daha yoğun ve çabuk iletişim kurar, daha kolay uyum sağlar. (hava)
    Pencere deneyini, 2., 3., ve 4. sınıflarla da tekrarladım. Sonuçlar şaşılacak derecede benzerdi.