Döneriniz Merkel’den, Hesap numaranız Deutsche Bank’tan,
Cep telefonunuz Ay Yıldız’dan, Arabanız Mercedes’ten,
| | Alış verişiniz Aldi’den, Türk politikacıları istediğiniz her partiden...
O zaman niçin Almanca öğrenmiyorsunuz?
|
Bir süre önce Stadtsparkasse’den bir mektup aldım. Mektubu açıp baktığımda, içinden reklam yerine hiç beklemediğim bir tebrik kartı çıktı. Bu kartta şeker bayramı kutlanıyordu. İlk önce şaşırdım, çünkü şimdiye kadar (on yıldan fazla müşterileriyim) hiç böyle bir tebrik kartı almamıştım. Aklıma bir kaç ay önce, yine başka bir yerde müşteri olduğum şirketten (Unitymedia) aldığım mektup geldi. Bu mektupta da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanıyordu. Ve hepsi de Türkçeydi. Bütün mukaveleleri Almanca yapmış olmama rağmen, yaklaşık iki yıldan beri reklamlar Türkçe geliyor. Sadece Türkçe bir isimden yola çıkarak Türkçemin iyi ve dini inancımın İslam olduğunu nereden biliyorlardı? Ya ben başka bir azınlık dilini Türkçeden daha iyi konuşuyorsam, ya da başka bir inanca veya ulusa aitsem, ya Almancam Türkçemden daha iyiyse! Acaba bu reklamları gönderen Alman firmalarındaki çalışanların Türkiyelilere bakış açısı nasıl? “Türkiyeli ya da Türk ismi, eşittir Türk, eşittir Türkçe, eşittir Müslüman, döner ve lokum yiyen, ayran ve çay içen, Almanca bilmeyen ve bol bol Türk kanalları izleyen insanlardır” yönünde miydi? Ya nedeni? Neden son bir iki yıldır Almanya’daki yabancıların kendi dillerinde reklamlar yapılıyor ve hizmetler veriliyor? Acaba Alman ekonomisinin kötü gidişatıyla mı, yoksa son finans kriziyle mi ilgili bütün bunlar? Yoksa Entegrasyondan vaz mı geçildi? Nedenleri ne olursa olsun, bu yaklaşım paralel toplum olgusunu derinleştirecek ve entegrasyonu zorlaştıracak niteliktedir.
Daha düne kadar Almanca öğrenilmesi için Türkçe’den vazgeçilmesi beyan ediliyordu. Bazı okullara Türkçe konuşma yasağı getirilmiş, velilerden evlerde bile çocuklarıyla Almanca konuşulması istenir olmuştu. TRT.INT yayından kaldırılmış, lahmacunun adı türkische Pizza, sucuğun adı da türkische Wurst olmuştu. Böylece daha çabuk Almanca öğrenilecek ve entegrasyon başarılacaktı. Fakat bir çelişki de kendini gösteriyordu. Bir yandan politika nerdeyse Türkçe konuşmayı yasaklarken, Alman firmaları bir kaç müşteri kazanabilmek için yabancıların kendi dillerinde reklam ve hizmet sunmalarına ne demeli! (“Artan oranda Bankalar Türkçe hizmetine başlıyor”, abendblatt.de). Velilere ve Türkiyeli topluma tenbih edilen Alman firmalarından esirgenecek miydi? Çocukların Almanca bilmemesi durumundan aileler sorumlu tutuluyor, azar işitiliyordu. Peki firmalara göz mü yumulacak? Etnik reklamcılık entegrasyona bir engel teşkil edip ‘paralel müşteri’lerin doğmasını teşvik etmiyor mu? Eğer Deutsche Bank’ta bütün işlemleri (hesap, mukavele vs.) Türkçeyle yapabiliyorsanız, eğer cep telefonunuzu Ay Yıldız’da (E-plus’a ait) hiç Almanca bilmeden satın alabiliyorsanız, hatta Almanya’daki Türkiye kökenli politikacılar partileri için Türkçe bildiri dağıtıyorlarsa, dolayısıyla Almanca bilmeden de, anadilinizde yaşama koşulları oluşturuluyorsa (paralel toplum) ve buna da Almanya’nın önde gelen dev firmaları katkıda bulunuyorlarsa, öyleyse entegrasyonun ve Almanca öğrenmenin ne anlamı kaldı? Ekonomik çıkarlar için politik hedefler feda mı edilecek? Etnik reklamcılıkla gelen bu engelin Almanca öğrenmeyi ve entegrasyonu zorlaştırmakla kalmayıp, tam tersine paralel toplumları genişleteceği kesindir. Bundan da daha vahim olan, bu reklamların kime hitap edeceği tartışmasının yeni yapay problemleri ve münakaşaları birlikte getirmesidir.
Her şey helal ürünle başlamıştı. İlk önce HARİBO şekerleme firması, İslam’a uygun “ayıcık” üretmeye başladı, sonra WIESENHOF aynı yolda, helal et ürünleri (salam, sosis) pazarladı. Arkasından Frankfurt’ta hakimin verdiği kararla (karısını terbiye etmek için İslam’da öngörülen dayağın normal olduğu) devam etti. Ve artık ürüne göre reklam yapmanın da zamanı gelmişti.
Daha şimdiden Media-Markt’ın ünlü “Saubillig” reklamları üzerinden tartışmalar başlamıştır. “Reklamlarda yalnışlık yapanların, piyasada tutunması zor olur. ‘Saubillig’ i Türkçeye çevirdiğimizde, Müslümanlarda hiç de sevilmeyen ve pis olarak görülen ‘Domuz’la karşı karşıya kalırız. Domuzu koyunla değiştirirsek de, reklamın keskinliği kalmaz. Koyunun yanına da şunu: ‘Bu fiyatlar için insan kendini kurban eder’ yazarsak, o zaman Alman müşteriler hayal kırıklığına uğrar ve bizi barbar olarak görürler. Böyle reklamlar iki kültür için uygun düşmüyorlar.” - Agentur für interkulturelles Marketing in Berlin. (Die Welt, 26.01.2008)
Yarın da bankalar promosyon olarak Türk müşterilerine “Sparschwein” yerine “Sparschaf” verirlerse hiç şaşmamak gerekir. Çünkü daha şimdiden bu gibi promosyonlar verilmektedir. Mesela Deutsche Bank’ın promosyonları arasında tavla seti, Atatürk biyografisi, elektrikli çay cezvesi bile var.
Böylece, şimdiye kadar hiç kimsenin umurunda olmayan ve hiç kimseyi ilgilendirmeyen böyle reklamlar veya hizmetler üzerinden toplum bir daha yapay bir şekilde etnik ve dini bazda karşı karşıya getirilecek ve tartışmalar alevlenecektir. Birileri çıkarları için (reklamcılar, firmalar, çıkar grupları, vs.), Türklerin değer ve yargılarının reklamlarda da daha fazla göz önünde bulundurulmasını isteyecek, diğerleri de (Toplumdaki çoğunluk) buna karşı çıkacak, kendi değer ve yargılarına sahip çıkmaya yönelecek. Birileri “Koyun” derken, diğerleri “Domuz” diyecek, ortada kalan da, yine her zamanki gibi, hasar tespit yapan ötekileri olacaktır. Bir delinin kuyuya attığı taşı çıkarmak için bir daha kırk akıllı uğraşacak ve yıllar geçecek. Bu arada bankalar, firmalar, reklamcılar paraları götürüp, sanki sorunu kendileri yaratmamış gibi davranacaklardır. (Bu etnik reklamcılığın oluşmasındaki en büyük etmen firmaların, müşteri kazanmak istemsidir). Ardından neden bu duruma gelindiğine yönelik sorular sorulacak, cevaplar da, “yabancıların entegre olmak istemedikleri” yönünde somutlaşacaktır.
Diğer bir konu ise, ekonomik krizin derinleşmesiyle müşterilere olan rekabetin artması sonucu bu etnik reklamcılığın ne kadar etnikleştirileceği ve derinleştirileceğidir. Bu da paralel toplumların içinde yeni bir paralel toplumların yeşermesi potansiyelini birlikte getirecektir.
|