Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 38. Sayı / Ağustos-Ekim 2015



    Die Gaste 38. Sayı / Ağustos-Ekim 2015

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN: 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Yenilen Pehlivanın Psikolojisi ve
    Bir “Han-ı Yağma”



    İmdat ULUSOY



        “Bir OY, ey benim sevgili milletim! Bir OY! İnsanı vezir de eder rezil de...” derdi rahmetlik de olan ve Türkiye’nin yaklaşık kırk yılına damgasını vurmuş eski kurt bir politikacısı. Yine bu kurt politikacının deyişi ile Türkiye’de ne zaman ”Seçim sath-ı mailine” girilip halk ve oy avcığı için seferberlik başlasa, o da bu ünlü özdeyişini patlatır ve meydanlarda başlardı halk davukluğu ve oy avcılığı yapmaya.
        Önümüzde yine böyle bir döneme tanık olacağız.
        Yenilen pehlivan güreşe doymaz diye bilinen bir atasözü var Türkçede. Oldukça da yaygın kullanılır ve günceldir de. “Milletin dediği olur” sözünden başka bir söz söylemeyen politikacılar, 7 Haziran’daki güreşte halkın verdiği kararı, işlerine gelmediği için ne yazık ki unutuverdiler ve yenilen pehlivan edasıyla, mızıkçılık yaparak “Bunu saymayız, bir daha güreşelim...” diyerek politikacının çirkin yüzünü bir kez daha ortaya koydular.
        Yenilen pehlivanın ruh halini psikologlara sormuşlar, onlar da bunun bir davranış bozukluğu olduğu teşhisini koyarak, pehlivanın politikacı olması nedeniyle hastanın her konuda doyumsuz olduğu tezinden yola çıkarak, tedavisinin de zor olduğunu ileri sürmüşler.
        Önümüzdeki günler seçmenlerin gerek yazılı ve gerekse görsel basın ve medyada ikna edilmeye çalışılacağı bir dönem olacak.1 Kasım günü de yargıç gibi kararını verecek seçmen.
        Dünyanın en tehlikeli eyleminin DÜŞÜNMEK olduğunu ve bunun izdüşümünün de BİLİNÇ olduğunu biliyoruz.
        Dünyaca ünlü gülmece yazarımız Aziz Nesin, İsveç dönüşü Almanya’daki bir toplantısında, izleyicilere bir soru yönelterek başlamıştı: “Ayağımın tozuyla İsveç’ten geliyorum. Bilin bakalım bu ülkenin nüfusu ne kadardır?”. Aziz Nesin’in böyle basit bir soruyu, arkasında bir “hınzırlık” düşünmeden boşuna sormayacağını düşünen kimi izleyiciler sorunun yanıtını bilmelerine karşın cesaret edemezken, onun mizacını ve mizahını henüz tam çözemeyen özellikle genç kuşaklardan birkaç izleyici sazan gibi atılıp yanıtı yapıştırdılar. Bu yanıtı aldığına sevinen Aziz Nesin, onları düş kırıklığına uğratarak, “Ne yazık ki bilemediniz! Bakın ben daha yeni oradaydım. Sordum ve İsveç’in şu andaki nüfusunun tam kırk milyon olduğunu öğrendim.” diyerek, soruyu yanıtlayanların daha itirazına fırsat vermeden, sorusunun arkasında yatan bir gerçeği kısaca açıklayıverdi. ÖRGÜTLÜ olmanın ne demek olduğunu vurgulayarak İsveç’te her insanın en az beş tane dernek, girişim vb. sivil toplum kuruluşlarında örgütlü olduğunu ve bunun da bir toplum için ne denli önemli olduğunu vurgulayarak anlattı. Gerçek nüfusun örgütlü ve bilinçli bireylerden oluştuğunun altını çizerek bunun çağımızda ne kadar önemli ve gerekli olduğunu açıkladı böylece.
        Bu örnek, Türkiye’deki 7 Haziran seçimlerinde de yaşandı. Yurt dışı ile birlikte 200 binin üzerindeki sandık için 1 milyonun üzerinde gönüllü görev almıştı. Hem de seçim sonuçları açıklanıncaya kadar. Bu, yüz binlerce gönüllüler hareketinin başarılı bir örgütlenmesiydi. Demokrasi adına bireylerin sorumluluk almasının güzel ve anlamlı bir örneğiydi. Tam da Aziz Nesin’in anlatmak istediği bir örgütlenme başarısı. Seçimlerin, yani sandıkların güvenliğini sağlamak amacıyla on binlerce gönüllü sosyal ağlar üzerinden örgütlenmekle kalmadılar, birbirlerini hiç tanımayan iki milyona yakın gönüllünün de başvuruda bulunup sandıkların güvenliği açısından bizzat görev almak için kısa sürede örgütlenmesini sağladılar. Ve özellikle 7 Haziran’daki bu seçimde ilk kez büyük oranda başarı sağlandığı gururla söylenebilir. Bunun sadece bu önümüzdeki 1 Kasım seçiminde değil, ilerdeki diğer seçimlerde de ve hatta başka sosyal-toplumsal sorunların çözümü açısından da zengin bir deneyim olarak örnek alınıp her zaman uyugulanabileceği gururla ve umutla söylenebilir.
        Tarih boyunca baskı ve haksızlıklara karşı insanoğlu her zaman karşı koymuş. Kimi zaman yukarıda değinilen biçimde yani örgütlü olarak, kimi zamanda kahramanlık göstererek nice diktatör ve krallara karşı kelle koltukta hayatlarına da mal olsa aydınlar, yazarlar, şairler, sanatçılar, yani toplumun öncü düşünürü olan ve sorumluluk duyan nice isimli isimsiz kahramanları sahneye çıkmışlar ve zorbalığa, haksızlığa karşı koymuşlar. Bunlar eserleri ve ve mücadeleleriyle hala saygıyla anılıyorlar ve aramızda ölümsüz olarak yaşıyorlar.
        Yaşadığımız çağ olanakları ve bilimin-tekniğin geldiği aşama nedeniyle örgütlenme konsunda daha da ileri durumda. Daha da şanslıdır bile denebilir.
        Geçtiğimiz yüzyıllarda haksızlıklara tek başına da olsa, her türlü tehlikeyi göze alarak kalemiyle kafa tutanlardan, ne yazık ki adı ve eserleri unutturulmaya çalışılan şairlerden birisi de Tevfik Fikret’tir (1876-1915). 19 Ağustos 2015 bu büyük şairin 100. ölüm yıldönümüydü. Bir başka büyük şair Nazım Hikmet onun için, “Türk edebiatının en büyük dağıdır” demişti. Devrimci düsünceleriyle Kurtuluş Savaşı öncesi başta Mustafa Kemal olmak üzere dönemin birçok aydınlarını etkileyen T. Fikret en çok da ‚”Han-ı Yağma” (Yağma Sofrası) adlı ünlü şiiri ile hatırlanıp anılır.
        Toplumu, devleti soyup soğana çevirenleri teşhir eden, yeren Fikret’in bu şiirinin, aradan geçen 100 yılı aşkın zamana karşın güncelliğini koruyup korumadığına siz karar verin. O günlerden bu günlere değişen bir şey var mı, onu da okuyunca anlayacaksınız.
        Şiir 100 yıl öncesinin Türkçesiyle yazılmış olduğundan, daha sonra şair Ceyhun Atuf Kansu yeni kuşakların da anlaması için günümüz Türkçesiyle yazmıştır.
        Elbette her iki dilde yazılmış halini karşılaştırarak okumak –özellikle şairi daha yakından tanımak isteyenler ve ilgi duyanlar için– daha ilginç ve güzel olacaktır. Yer darlığı nedeniyle ve daha iyi anlaşılması için şiirin günümüz Türkçesiyle yazılmış halini aşağıda bulacaksınız. Fakat tadımlık olması için şiirin sadece ilk kıtasının eski Türkçe ile yazılmış özgün halini de okuyacaksınız.
         
         
        Han-ı Yağma
         
        Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır
        Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır;
        Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
        Fakat sakın çekinmeyin, y,y,n,yutun hapır hapır...
         
        Yiyin efendiler yiyin, han-ı iştiha sizin,
        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin !
        ( ... )
         
         
         
        Yağma Sofrası
         
        Bu sofracık, efendiler –ki bekler yutulmayı
        Huzurunuzda titriyor –şu ulusun hayatıdır
        Ulusun ki acılı, ulusun ki eşiğinde ölümün!
        Ama sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…
         
        Yiyin efendiler yiyin, han-ı iştiha sizin,
        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin !
         
        Efendiler pek açsınız besbelli yüzünüzden;
        Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
        Şu doyumcu sofra, bakın gelişinizle övünçlü!
        Hakkıdır kutsal savaşınızın, evet, o hak da elde bir…
       
        Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
        Doyuncaya,tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin...
         
        Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say:
        Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,
        Tüm sizindir efendiler, konak, saray, gelin, alay;
        Tüm sizindir, tüm sizindir, hazır hazır, kolay kolay…
       
        Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
        Doyuncaya,tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin...
         
        Büyüklüğün sindirimi biraz ağır olsa da yok zarar,
        Görkemli yüceliği, öç alıcı sevinci var,
        Bu sofra gönül almanızdan böyle ısınır ve ışıldar.
        Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
       
        Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
        Doyuncaya,tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin...
         
        Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını,
        Varlığını, hayatını, umudunu, hayalini,
        Tüm olanca rahatını, olanca gönül balını,
        Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini…
       
        Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
        Doyuncaya,tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin...
         
        Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
        Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
        Bugünkü mideler sağlam, bugünkü çorbalar sıcak;
        Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
         
        Yiyin, efendiler yiyin; bu iç şenliği sofra sizin,
        Doyuncaya,tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin...
         
        Tevfik Fikret
        ( Günümüz Türkçesi: Ceyhun Atuf Kansu )