Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 41. Sayı / Nisan-Haziran 2016



    Die Gaste 41. Sayı / Nisan-Haziran  2016

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN: 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Sözcüklerin Gücü
    [Die Macht der Worte]


    Dr. Phil. Türkan KANBIÇAK
    Fritz Bauer Enstitüsü Pedagoji Merkezi


        Tarihçi, Alman Göç ve Entegrasyon Vakfı Bilirkişi Kurulu başkanı Klaus J. Bade, bu kitapla [Kritik und Gewalt. Sarrazin-Debatte, ,Islamkritik' und Terror in der Einwanderungsgesellschaft. Wochenschau Verlag, Schwalbach am Taunus. 2013] Sarrazin tartışması ve bu tartışma aracılığıyla karşılıklı olarak güçlendirilen “kaba akılcı” islam eleştirisi üzerine sayıca fazla ve sağgörülü arkaplan bilgileri ve araştırmaları sunuyor (s.12). Bade, kültürel ırkçılığı ve halkların kendi ve yabancı görüntülerinin ortak kesitlerinde “görünüşte aydınlanmış İslam karşıtı hareketler”in nasıl göründüğünü gösteriyor (agy.)
        Tarihyazımı söylem analizi sözlü şiddet ile eylemsel şiddet arasındaki çatışmanın en tehlikeli bölgesini hedefler. Yazar, şiddete dayalı “islam eleştirisi” ile başıboş kültürel karamsarlığın, yabancı ve islam korkusunun iç içe geçtiğini ve toplumun içinde yer alan bir sendrom olduğunu açıklıyor. Bununla birlikte, o da, cesur duruş sergileyen diğer insanlar gibi bu eğilim karşısında cesur bir duruş sergiliyor.
        Bade, özellikle etnik ve kültürel farklılığı kendiliğinden kabul eden genç insanların, aynı zamanda grup düşmanlığı yapan kültür ırkçı uygarlık eleştirmenleri ve kültürel “yabancılaşma” konusunda “uyarıcı” abartılı ve keskin söz sahipleri olmalarının yarattığı çelişkiyi kaleme alıyor. Bu “çelişik gerginlik” sonucu, “göçmen toplumunda yeni kimlik tartışmalarını tetikleyen ikinci bir tehlike olabilir” (agy). Yazar bu ek tartışmaları, “büyük bir azınlığın –müslümanlar– çoğunluğun anlayışına göre dışlanması demek olan kısmi toplumsal ayrımcılık” anlamında “negatif entegrasyon” olarak tanımlıyor (agy).
        Göçmenler üzerine yapılan kültürel ırkçı tartışmalar “başarısız entegrasyon” görüntülerini aşılamaya çalışır (s. 27). Bunun yanında entegrasyon tartışmaları giderek müslüman azınlık üzerinde yoğunlaşır. Böylece entegrasyon tartışmaları islam tartışması halini alır.
        Göç araştırmacısı olarak Bade, bu tartışmalarda müslümanların çoğunluk toplumundan nasıl dışlandıklarını ve gösterim perdesinde islamın bu toplumda ne ölçüde yerleştiğini de gösteriyor. Etnik ve “islam” karşıtı çatışmalar okuldan resmi devlet dairelerine –özellikle de NSU seri cinayetleri ve devletin bunun üstünü örtme çabası– kadar uzanıyor. Yazar, ayrıca, medya üzerinden yürütülen islam tartışmalarının iki kısma ayrıldığını saptar: İlki islamın bir din olarak tarafsız tartışılması; ikincisi ise, kutuplaştırıcı ve ihbarcı “kaba aydınlatıcı” bir islam eleştirisidir. Sarrazin tartışmasında islam boyutu bu ikincisinde yerini alıyor.
        Klaus J. Bade, bütün bir bölümü, “ajitasyon karteli” olarak adlandırdığı grubun orta noktasında duran kendini islam eleştirmeni olarak sunan Necla Kelek’e ayırıyor. Baş figür olan Kelek, Thilo Sarrazin, Hendry Broder ve Ralph Guordano’nun oluşturduğu çemberde “içerdeki kişi” rolünü üstleniyor. Bu içerden-bilgiyle Almanya’daki islamofobi hareketin meşruiyet temelinin “temyiz mercii”sini oluşturuyor. Kelek’e göre, “islam modernleşmenin sınırında olmasına rağmen, henüz demokrasi yeteneğine sahip olmadığından Almanya ve Avrupa’ya entegre olamaz ve bu nedenle de tehlikelidir. Buna itiraz eden kötü niyetli saf ya da aptaldır” (s. 147). Kelek, bu basitleştirilmiş ve genelleştirilmiş iddialarını ve yazılarını sık sık kişisel, ailesinin geçmişine dayanan anılarla yapıyor.
        Bade’nin “ajitasyon karteli”nin çelik çekirdeği olarak saydığı, “Deutschland schafft sich ab” (“Almanya kendini yok ediyor”) başlıklı kitabı çok satan, eski Berlin maliye senatörü, Frankfurt Bundesbank yönetim kurulu üyesi ve ağzı iyi laf yapan Thilo Sarrazin’dir. Bade, Sarrazin’in akılyürütme zincirini açığa çıkarıyor: Bildiğimiz çürütme teorisinin, yabancılar tartışmaları çerçevesinde horlayıcı ve aşağılayıcı kültürel ırkçılık bağlarına sahip uzun bir geleneği vardır. Bununla birlikte Sarrazin’in göç, entegrasyon ve islama ilişkin bulgu ve değerlendirmeleri “anekdot kanıtlar”dır ve “Necla Kelek’vari bilimsel görünümlü gazete yorumculuğu”dur (s. 42).
        Klaus J. Bade, bu söylemlerin etkisini göstermek için, Norbert Elias’dan (“Yerleşikler ve Dışlananlar”) ilham alan sosyal psikologlar Hacı Halil Uslucan’dan alıntı yapıyor: “Çoğunluk toplumları en iyi temsilcileriyle tanımlanır, ama azınlık kesimi kültürel ya da etnik kökenin olumsuz örnekleriyle aynı kefeye konur. Sonunda her Alman Goethe ya da Thomas Mann olurken, her Polonyalı da potansiyel bir oto hırsızı ve her Türk de zorba olarak görülür” (s. 46).
        Müslüman toplumu tartışmalarda büyük ölçüde görmezlikten gelindi ve onun sözcülerine karşı görüşleri için hiç yer verilmedi. Bade, Sarrazin’in mesajının, “sadece müslüman elitler için değil, aynı zamanda güvencesiz toplumsal çevreden gelerek küçük orta sınıf düzeyine yükselen ve kuşaklar boyu entegrasyon sürecine giren eski ‘misafir işçi aileleri’ de kapsadığını, ama herşeyden önce bu sıradan tartışmaların moral bozucu etkisi olduğu”nu belirtiyor (s. 108).
        Sarrazin tartışmalarında müslüman göçmenlere hakaret edilmesi, yeni Türk-müslüman aydınların göç eğilimini ya da iç göç eğilimini güçlendiriyor. Klaus J. Bade, Kelek’in toplumsal sorunların medenileştirilmesini istemesine ve 2 Şubat 2006’da 60 göç araştırmacısının Zeit’da yayımlanan çağrısına değiniyor. Bu bağlamda etnolog Werner Schiffauer’den bir alıntı yapıyor: “Sadece Necla Kelek’e değil, ama Kelek gibi birini beklemiş olan ve onun müslümanlarla ilgili düşüncelerini onaylayan Alman kamuoyu da saldırmak gerekir” (s. 170).
        Bu söylem, toplumun orta yerlerinde güçlü izler bıraktı. Bade, burada “internetteki ihbarcılık ve iletişimsel suçlar”dan söz ediyor (s. 232). Gerçekten sözlü-şiddeti ve fiili-şiddeti teşvik ediyor, hatta neden oluyor. Çeşitli internet sayfalarında, özellikle de “Politically Incorrect”de (PI) Kelek’in iddiaları yer alıyor ve üstelik kullanıcı sayısı da çok yüksek. Hendryk Broder ve Ralph Giordano da orda sık sık yayım yapıyorlar. Ateşli ve nefret dolu islam fobisi tezleri kullanıcılar tarafından alınıyor ve doğrudan tehdit çağrılarına dönüşüyor. Bu internet sayfasının çok iyi bağlantıları var ve çok iyi örgütlenmiş durumda. Alman mahkemeleri bu tür internet sayfalarına pek bir şey yapamıyor, çünkü ana sunucuları genelde ABD’de bulunuyor ve orada da farklı bir medya hukuku geçerli.
        İslam, çokkültürlülük ve demokrasi karşıtı, hıristiyan köktendinci terörist Anders Behring Breivik saldırısından kısa bir süre önce 1516 sayfa uzunluğunda kötümser kültür ve islam düşmanlığı bildirisini internete koydu. “Politically Incorrect” üzerinden Almanya’daki “kardeşlerini” göreve çağırdı. Breivik’in bildirisi, “Kelek, Sarrazin, Broder ve Giordano’nun mantık çizgisiyle” çarpıcı bir yakınlık gösteriyor (s. 273). Bade, bu tür tartışmaların özel dinamiğine karşı uyarı yapıyor. Sözlü şiddet fiili şiddete dönüşebilir. Yerleşik gruplara yönelik aşağılayıcı tartışmalar günlük şiddete davetiye çıkarabilir. Zaten eski NSU-seri cinayetleri de buna dahildir.
        Bade “bunun bir algı sorunuyla ilgili olduğunu” öne sürüyor ve “uzun yıllardır gerçekte var olan çokkültürlü çeşitliliğin şimdi yeni islam fobi ‘gözlüğü’yle incelenmesini” eleştiriyor (s. 312). Bu son derece önemli sonuçlar doğuran politik kararları ve Almanya’da yaşayan müslümanların günlük yaşantısını etkileyebilir. Bade, Sarrazin ve onun izleyicileri arasında “şüpheli win-win ilişkisini”, çoğunluk nüfus içinde “üçüncü tarafların dağıtılması işi" olarak özetliyor; çünkü “çoğunluk nüfus arasında en iyi, sınırlı tarihsel olarak geciktirilmiş öğrenme etkisinin hesabı göçmenlere çıkartılıyor ve bunun en altında da müslümanlar yer alıyor” (s. 352). Bade, çoğunluk toplumunun yeniden eğitilmesi gerektiğini savunuyor. Toplumsal çatışkılar ancak böyle giderilebilir ve böylece de kültür tartışmalarının sonu gelir. “Göç toplumu ve göç ülkesi acilen net ve cesur bir biçimde kendini açıklamalı” (s. 366) ve dayanışmacı bir “Biz”i geliştirmelidir.