Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • ÖNCEKİ YAZI
  • SONRAKİ YAZI
  • 42. Sayı / Temmuz-Aralık 2016



    Die Gaste 42. Sayı / Temmuz-Aralık  2016

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN: 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Türkiyeli Göçmen Toplumunun
    Siyasal Evrimi
    Dil, Eğitim ve Entegrasyon Sorunlarından Siyasal Sorunlara




    Handelsblatt-Geburt Einer Diktatur
        Daha dün Suriyeli sığınmacıların Alman toplumu tarafından nasıl hazmedileceği, sindirileceği sorunu tartışılırken, “eski” göçmen toplumlarının dil, eğitim ve entegrasyon sorunları ikincil plana atıldı.
        Göçmen toplumların, özellikle de Türkiyeli göçmenlerin dil ve eğitim sorunları çözülmüşçesine, hemen her zaman entegrasyon sorunu ön planda tutulmasına alışmış olan Alman toplumu, bir yıl içinde bir milyonluk bir kitle olarak gelen Suriyeli sığınmacılar sorunuyla yüz yüze geldi. Bu da, genel olarak entegrasyon sorununun siyasal evriminin ve dönüşümünün başlangıcı oldu.
        Suriyeli sığınmacılara karşı çevre ülkelerinden, özellikle Avusturya ve Macaristan’dan başlayan ve hemen ardından Bavyera eyaletinin eklemlendiği süreç, Pegida olayıyla siyasallaştı.
        Siyasallaşan ve azımsanmayacak bir iç muhalefet hareketi oluşturan Suriyeli göçmen sorunu karşısında Başbakan Merkel, Türkiye üzerinden, özel olarak Recep Tayyip Erdoğan üzerinden “sorunu” çözmek için ardı ardına Türkiye’ye gitti. Recep Tayyip Erdoğan’ın azametli altın varaklı koltuklarında verilen fotoğraflar Başbakan Merkel’in ne kadar sıkıştığını açıkça ortaya koyuyordu.
        3 Milyar Euro üzerinden yapılan pazarlıklar bir yerde “anlaşma”yla sonuçlanır görünürken, nereden ve neden çıktığı bilinmeyen bir “vize muafiyeti” talebiyle yeni bir boyut kazandı. Böylece sorun Suriyeli sığınmacılar olmaktan çıkmış, Türkiye’ye vize muafiyeti verilmesi sorununa dönüştü. Bu da ikinci bir siyasallaşma konusu haline geldi.
        Ama asıl siyasallaştıran gelişme, “3 Türk casus” olayıyla başlayan ve Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine yönelik hakaret ettiği savıyla “Lèse-majesté” (Majestelerine Hakaret) yasalarının uygulanması talebiyle Jan Böhmermann’a dava açılması talebiyle oldu.
        Bu gelişmeyle birlikte, neredeyse hergün Alman medyasında Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan konulu haberler ve yorumlar yapılmaya başlandı. Der Spiegel’in ve ardından Die Tageszeitung’un Türkçe özel ekleri birbiri ardına geldi. Alman elçiliğinin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak “uyarılması” ve hesaba çekilmesi neredeyse günlük rutin işler haline geldi.
        Ancak bu gelişmeler giderek Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’nın iç siyasetine doğrudan müdahalesi haline dönüştü. Daha düne kadar Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin entegrasyonundan, eğitim sorunlarından, hatta Almanya’da “Türkçe eğitim”den söz eden Ankara, birbiri ardına yaptığı müdahalelerle süreci siyasallaştırırken, AfD’nin giderek güçlenmesi Ankara’nın elini daha da güçlendirdi.
        15 Temmuz “milad”nın ardından Köln mitingi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın mitinge “video konferans” sistemiyle bağlanmaya çalışması siyasallaşma sürecinin zirvesi oldu.
        Türkiyeli göçmenlerin dil, eğitim ve entegrasyon sorunları bir yana itildi ve Recep Tayyip Erdoğan’la “bilek güreşi” herşeyin önüne geçti.
        Bu durumda belirgin biçimde öne çıkan konu da bu siyasallaşmanın ortaya çıkardığı olaylar ve sorunlar oldu. Artık hiç kimse Türkiyeli göçmenlerin dil, eğitim ve entegrasyon sorununu konuşmak ve tartışmak istemiyor. Her konu siyasallaşmadan varolamıyor.
        Alman toplumu büyük kitleler halinde sağ-popülizme ve onun örgütlenmesi olan AfD’ye yönelirken, Türkiyeli göçmenlerin azımsanmayacak bir bölümü de Recep Tayyip Erdoğan’ın “tebası” oldu. CDU’dan AfD’ye biat edenler ile Recep Tayyip Erdoğan’a biat edenler karşılıklı birbirini besler hale geldi. Birincisi ne kadar gelişirse, ikincisi o kadar etkin oluyor. Bu durumun ne yönde evrileceği ve neler getireceği bugün için çok belirginleşmiş olmasa da, Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-8 yıldır sürdürdüğü Almanya örgütlenmesinin kendine bağlı bir kitle yarattığı çok açıktır. Özellikle Almanya’da gerçekleştirilen mitinglerin DİDİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) tarafından organize edilmesi, özellikle cami cemaatinin örgütlülüğüne dayanması bunun açık bir kanıtıdır.
        Son yıllarda DİDİB’in yanında UETD (Avrupalı Türk Demokratlar Birliği) Türkiyeli göçmenlerin ideolojik ve politik yönlendirilmesinin ana örgütü haline gelmiştir.
        Nasıl ki, düne kadar DİDİB Almanya’daki Türkiyeli göçmen toplumunun “din eğitimi” konusunda neredeyse tek yetkili merci olarak kabul görmüşse, bugün, 15 Temmuz “darbe girişimi”nden sonra UETD Alman televizyon kanallarında boy göstererek Türkiyeli göçmen toplumu içinde emreden konumuna yükselmiştir. “Darbe girişimi”nden sonra Türkiye’de süregiden “cadı avı”, UETD aracılığıyla Almanya’ya taşınmıştır. UETD’in sözde sözcülerinin birbiri ardına Alman televizyonlarında boş göstermesi de bu durumu güçlendirmiştir.
        Evet, Türkiyeli göçmenlerin dil, eğitim ve entegrasyon sorunları ortalıkta görünmemektedir. Herşey siyasallaşmıştır. Böylesi bir siyasallaşma ortamında dil, eğitim ve entegrasyon sorunlarından söz etmek, çölde vaha aramakla özdeşleşmiştir.
        Hiç kuşkusuz Türkiyeli göçmen toplumunun dil, eğitim vb. somut sorunları her zamanki gibi varlığını sürdürmektedir. Bu sorunlar çözülmediği sürece ve çözülmediği için, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasallaştırma ve örgütleme çabaları etkili olmaktadır. Bu durum etkisizleştirilmediği sürece dil, eğitim ve entegrasyon sorunları öne çıkmayacaktır ve yine bu sorunlar çözülmediği sürece siyasallaşma egemenliğini sürdürecektir.