Die Gaste, SAYI: 12 / Mayıs-Haziran 2010

“Türk Lisesi” mi?
“Çokdilli Eğitim” mi?


Hıdır Eren ÇELİK




    Üzerinde durulması gereken ana konu etnik kimliğe dayalı okulların çokkültürlü göçmen toplumlarda uyuma katkı sağlayıp sağlamayacağının bilimsel verilere dayanarak tartışılmasıdır. Bunun aksi yalnızca milliyetçi ve dini duyguların suistimal edilerek göçmenlerin ve çocuklarının eşit şartlarda topluma uyumunu engellemekten başka hiç bir işe yaramaz.
    Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 29-30 Mart 2010 tarihleri arasında yaptığı Türkiye gezisi öncesi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan tarafından yeniden gündeme getirilen‚ Almanya‘da “Türk Lisesi” açılmalıdır önerisi kısa bir süre için de olsa politik gündemi bir hayli meşgul etti.
    Erdoğan‘ın bu düşüncesi yeni olmamakla birlikte Türkiye ve Almanya’da gerek medya tarafından olsun ve gerekse politik çevrelerce sanki yeni bir öneriymiş gibi gündeme getirilerek konu asıl amacından saptırılarak Almanya’da Türkiyeli göçmenlerin çocuklarının eğitimdeki fırsat eşitsizliği, meslek eğitimi ve işsizlik gibi temel sorunları tartışmalarda mümkün olduğunca geri planda tutuldu.
    Erdoğan, Almanya’da “Türk Okulları” açılmalı düşüncesini bundan iki yıl önce Şubat 2008 yılında haftalık “Zeit” dergisine verdiği bir mülâkatta da dile getirmişti. Erdoğan’ın bu mülâkatta dayandığı temel tez “Türk Okulları”nın uyuma katkı sağlayacağı şeklindeydi.
    Görünürde kulağa hoş gelen “Türk Liseleri” açılmalı talebi somut bir program ortaya konulmadan ve Federal Almanya eğitim sisteminden koparılarak ele alındığında uyuma katkıdan ziyade toplumda var olan soyutlanma ve dışlanmayı daha da derinleştirerek Türkiye kökenli gençlerin toplumun en alttakilerini oluşturmalarına ve dolayısıyla yaşadıkları toplumda hep “yabancı” kalmalarına hizmet eder.
    Üzerinde durulması gereken ana konu etnik kimliğe dayalı okulların çokkültürlü göçmen toplumlarda uyuma katkı sağlayıp sağlamayacağının bilimsel verilere dayanarak tartışılmasıdır. Bunun aksi yalnızca milliyetçi ve dini duyguların suistimal edilerek göçmenlerin ve çocuklarının eşit şartlarda topluma uyumunu engellemekten başka hiç bir işe yaramaz. Ayrıca “Türk Liseleri”nin yaygın bir şekilde açılmalarını kabul etsek bile, bu okullar hangi ülkenin eğitim programına göre dersler vereceklerdir? Türkiye’den transfer edilen öğretmenlerle ve kopyalanan ders programıyla burada yaşayan ve bu toplumun bir parçası olan çocuklara sağlıklı bir eğitimin verileceğini kimler garanti edebilir? Demokrasi kültürünü özümseyememiş ve eğitimde henüz çokkültürlülüğü ve çokdilliliği bir tehlike olarak gören bir ülkenin eğitim sistemiyle olsa olsa yalnızca etnik kimliğe dayalı sorunlu bir toplum yaratılır.
    Türk ve Alman medyası tarafından gündeme getirilen “Türkiye’de de Alman lisesi var, neden Almanya’da Türk lisesi olmasın?” gibi yaklaşımlar doğru olmamakla birlikte sorunun özünden saptırılmasına hizmet etmektedir. Türkiye’deki Alman okulları daha çok zengin Türk çocuklarının gittiği Almanca eğitim veren okullardır. Bu okullardaki Alman öğrencilerin oranı Türk öğrencilere oranla daha az olmakla birlikte buraya giden Türk ve Alman kökenli öğrencilerin Türkçe dil sorunu ve topluma uyum sorunu bulunmamaktadır.
    Son yıllarda Alman eğitim sistemindeki eşitsizliğe karşı kısmen de olsa bir tepki olarak Almanya’da Berlin, Köln, Hannover, Mannheim ve Padernborn şehirlerinde açılan özel “Türk Liseleri”ni ele aldığımızda sorunun toplumsal boyutunu daha yakından görmüş oluruz. Bu okullara giden öğrencilerin hemen hemen bütünü ekonomik durumu iyi olan Türk kökenli göçmenlerin çocuklarından oluşmaktadır. Bu okullara giden öğrenci sayısına baktığımızda Berlin hariç, hiç bir okulda öğrenci sayısı yüz kişiye ulaşmamaktadır. Bu liselerin kurucuları Türk kökenli olsa da Erdoğan’ın talep ettiği şekilde Türkçe eğitim vermemektedirler. Ders programları bu liselerin kuruldukları eyaletlerdeki Alman eğitim sistemine uyarlanmış ve dersler Almanca verilmektedir. Bu liselerin Alman liseleriyle arasındaki diğer bir farkta öğrencilerinin hemen hemen tümünün Türkiye kökenli olmasıdır. Bu liselerden mezun olanların üniversite ve üniversite sonrası meslek yaşamındaki başarı durumu ise –bu okulların uzun bir geçmişe sahip olmayışlarından– henüz araştırılmış değildir. Dolayısıyla bu konuda pek fazla bir şey de söylenemez. Ayrıca bu liselerin paralı oluşu Türkiye kökenli emekçilerin çocuklarının bu okullara gitmesini başından engellemektedir.Yıllık ücreti birkaç bin Euro’yu aşan bu okullar Federal Almanya’da giderek oluşan Türkiye kökenli orta ve zengin bir tabakaya hitap etmektedir. Bu şekliyle bu okullar Almanya’daki eğitim eşitsizliğine karşı bir alternatif oluşturmamakla birlikte, asıl olarak dilbilimciler ve eğitimciler tarafından talep edilen çokdilli bir eğitim sisteminin temelini oluşturmaktan da uzaktırlar. Bugün okul çağında sayıları yüzbinleri bulan Türkiye kökenli göçmen emekçi çocuklarının –kimi büyük şehirlerde bu oran ilk ve orta dereceli okullarda yüzde 50’nin üzerindedir– eğitimdeki en temel sorunlarından biri Almanca dil sorunudur. İki kültür arasında büyüyen ve ailelerinden Türkçe dil öğreniminde yeterli derecede destek alamayan bu çocuklar ana dillerini iyi öğrenemediklerinden Almanca’yı da eksik öğrenmektedirler. Bir dili iyi öğrenmenin en temel şartlarından biri ana dilini pedagojik eğitim alarak öğrenmekten geçer. Gerek aile içinde ve gerekse okul öncesi, anaokulundan başlamak üzere bu çocukların her iki dili –Almanca ve Türkçe– iyi öğrenmeleri ivedi bir zorunluluktur. Başarılı bir eğitimin temel taşı ana dil öğreniminin eğitim dili Almanca olan Alman eğitim sistemine entegre edilmesidir.
    Bir göçmen toplumu olarak Federal Almanya toplumsal uyum ve birlikte yaşam için bugünkü eğitim sistemini etnik kimlikten arındırarak bir an önce çokkültürlü ve çokkimlikli, bugün varılan toplumsal yapının gereksinimlerini de dikkate alarak, eğitimde çokdilliliği temel alan bir eğitim sistemine geçmek zorundadır. Eğitimde çokdillilik okullarda yalnızca anadilin öğrenilmesine indirgenmemelidir. Eğitimde anadil derslerinin yanı sıra Federal Almanya’da yaşayan göçmenlerin kültürel kimlikleri, tarih ve geldikleri coğrafyada işlenmelidir. Toplumsal uyum ve toplumda var olan önyargıların giderilmesi eğitim sisteminin bir bütün olarak ırkçı, etnik-milliyetçi etkilenmelerden ve söylemlerden arındırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada talep edilen “Türk Lisesi” yabancı düşmanı, ırkçı ve sağcı Alman parti ve gruplarının etnik kökene dayalı eğitim taleplerini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Çokdillilik giderek yaşlanan Avrupa toplumu için sosyal, ekonomik ve kültürel bir zenginliktir. Eğitimde çokdillik eğitim sonrası meslek ve iş yaşamının yanı sıra kültürler arası diyalog ve ortak sosyal yaşamda da önemli bir köprü oluşturmaktadır.
    Bu yönüyle olaya bakıldığında tartışmaya açılan “Türk Lisesi” Türkiye Kökenli emekçilerin çocuklarının temel sorunu olan eğitimdeki eşitsizliğe karşı bir cevap değildir. Kurulması talep edilen “Türk Lisesi” eğitim dili Türkçe olan bir okul olarak görülmek isteniyorsa, ki bu eğitimde gettolaşmayı teşvik etmekten başka birşey getirmeyecektir. Eğitim dili Türkçe olan “Türk Lisesi” bu şekliyle toplumda var olan önyargıları daha da derinleştirerek toplumsal ayrışmalara ve paralel dünyaların daha da güçlenmesine yol açacaktır.

Federal Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin sorunları Almanya dışından önerilen ve gündeme getirilen yapay tartışmalarla da çözülemez. Sorunların çözümü burada yaşayan göçmenlerin ve onların göçmen örgütlerinin Alman eğitim kurumları, sendikalar, dilbilimciler ve akademik çevrelerce sürdürülecek tartışmalarla doğru çözüm yolları bulunarak giderilir. Bugünkü çokkültürlü ve çokkimlikli Almanya toplumunda eğitimdeki eşitsizliğin giderilmesinin ve eşit eğitim şansının yaratılmasının yolu çokdilliliğin var olan eğitim sistemine entegre edilmesinden geçer.