Die Gaste, SAYI: 13 / Temmuz-Ekim 2010

Eğitimsel Kariyer Yönetimi ve
İyi Okul Profili


Prof. Dr. Hacı-Halil USLUCAN





    Başarısızlıkla sonuçlanan Hamburg’daki okul reformu girişimi, eğitime ilişkin meselelerin yüksek siyasi mobilizasyon potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Zira velilerin, çocukların sosyal konumlarına uygun veya daha doğrusu yüksek bir konuma gelebilmelerine ilişkin kaygıları tartışmanın odak noktasında yer almaktaydı. Bu, sorumluluk sahibi bir velinin eğitimsel yükümlülüklerinin çekirdeğini teşkil ediyor ve öncelikli olarak ihlallere karşı korunması gerekiyor. Ancak tartışma biçimsel ve retorik açıdan oldukça çarpık ve tuhaf bir biçimde sürdürülüyor.
    Öncelikli olarak temel öğretim süresinin dört yıldan altı yıla çıkarılmasını engellemeyi öncelik olarak gören okul reformu karşıtları, reklamlarını “Eğitim almak istiyoruz” (Wir wollen lernen) sloganıyla yaptılar. Bu şekilde reform yanlıları, eğitim konusunda isteksiz ve sosyal geçişleri düzenleyen eğitim sertifikalarını çoçukları için bedavaya isteyen kişiler olarak lanse edildiler. Buna karşın eğitimbilim alanında çok uzun süre önce yapılan araştırmalar belirli öğrencilerin küçük yaşta elemeye tabi tutulmalarının onların eğitimsel kariyerlerini yoğun ve uzun vadeli olarak olumsuz etkilediğini ortaya koymaktadır. Tüm bu siyasi tartışma arasında eğitimbilim ve psikoloji odaklı araştırmaların on yıllardır üzerinde çalıştığı iyi bir eğitim ve iyi bir dersin nasıl olabileceğine dair nesnel argümanlar neredeyse hiç duyulmadı.
    Henüz 1986 yılında Brophy ve Good gibi araştırmacılar, bilişsel yetenekleri güçlendiren bir dersin nasıl olabileceğini ortaya koymuşlardı: Bunlar çizgileri net şekilde ortaya konmuş bir ders yapısı, verimli zaman kullanımı, öğrencilerin ön bilgileriyle irtibatlandırılmış aktif öğretim gibi öğretmenin sorumluluğundaki alanları içerirken; yalnızca başarılı öğrencilere odaklanmayan, eğitim sistemi içerisinde başarısızlığa uğramış öğrencileri de desteklemesi gereken okula ait sorumlulukları da içeriyor. Bunlar yerine günümüzde sıklıkla küçültücü bir kavram olan sözde “eğitime uzak ailele” kavramıyla durum velilerin başarısızlığı olarak sunuluyor. Çünkü kötü bir ders özellikle verimliliği düşük öğrenciler için bir dezavantaj yaratmaktadır, zira bu öğrenciler dersteki eksikliği kendi başlarına giderememekte ve eksikliği evde gidermek de ailenin eğitimsel birikiminin yetersizliği nedeniyle mümkün olamamaktadır. Halbuki okulun temel vazifelerinden biri “dışsal” (burada: aile) eğitimsel birikime güvenmek zorunda kalmaksızın, başarılı eğitimsel kariyerlerin hazırlanmasıdır.
    Bu nedenle tartışmanın doğru bir zemine oturtularak şu kritik sorunun sorulması gerekiyor: Okullar özeleştirel bir bakış açışıyla yaklaşıldığında sürekli zikredilen eğitim yetersizliği yaşayan gruba dair ne ölçüde sorumluluk taşıyor? Durumun yalnızca velilerin ilgi eksikliğiyle açıklanamayacağını güncel araştırmalar gösteriyor: Eşit çaba harcayan öğrenciler (farklı sosyo ekonomik ve kültürel arka planlara sahip olarak) farklı not ve tavsiyeler alabilirken, diğer yandan eşit sosyo-ekonomik koşullara sahip aynı köken ailelerden gelen ögrencilerin verimlilik farkları iyi ve kötü okullara devam edenler arasında devasa boyutlara ulaşmaktadır.
    İyi bir okul, –göçmen çoçukları da dahil olmak üzere– tüm öğrencilerin verimliliğine dair yüksek beklentileri olan, kendi öğretmenlerini eğitebilen ve velileri eğitimsel süreçlere dahil eden etkin bir yönetim ile kendini gösterir. Bunun Almanya için anlamı, gerekli çabayı göstererek, Alman olmayan aileleri de uygun bir yaklaşımla okul etkinliklerine çekmek olacaktır. Nitelikli okul eğitimini yalnızca siyasi anlamda etkili ve güçlü kanaatlere sahip velilere bırakmak yerine, ara sıra konuya ilişkin araştırmalardan birşeyler ödünç almak da yararlı olabilir.