Die Gaste, SAYI: 14 / Kasım-Aralık 2010


Die Gaste SAYI: 14  / Kasım-Aralık   2010



    Bir kez daha “yabancılar”, “göçmenler” ve “Türkler” tartışılmaya başlandı.
    İlk açılış, 3 Ekim Almanya’nın Birleşme Günü Cumhurbaşkanı Wulff’un konuşmasıyla yapıldı. Wulff şöyle konuştu:
        “Üç hayat yalanı ile vedalaştık bile. İşçilerin yalnızca geçici olarak gelmemiş olduklarını ve kalıcı olduklarını kabul ettik. Uzun bir süre boyunca göç ülkesi olduğumuzu kabullenmemize ve menfaatleri- mize uygun olarak göçü yönlendirmemize rağmen, göç olduğunu kabul ettik. Çok kültürlü illüzyonların zorlukları ve sorunları düzenli olarak hafife almış olduklarını kabul ettik. Devlet yardımları, suç oranları, maço söylemler, eğitim ve hizmet vermeme isteği. Bu konularla ilgili bana yöneltilmiş olan yüzlerce mektubu ve e-postaları okudum. Vatandaşların korku ve dertleriyle çok ilgileniyorum.
        Fakat o günlerde yapılan tartışmaların çok daha ötesindeyiz: Burada yaşayınca Almanca öğrenmenin mecburi olduğuna mutabıkız. Almanya’da Alman hukuk ve yasalarının geçerli olduğuna mutabıkız. Herkes için – biz bir halkız.
        Bahsi geçen tartışmanın ön gördüğünün daha ötesinde olsak bile, daha açık bir şekilde yeterince ilerlemedik. Evet, telafi etmemiz gereken alanlar var, yalnızca bir örnek vereyim: Tüm aile için entegrasyon ve dil kursları, her ana dil için daha fazla ders olanağı, burada eğitim almış öğretmenlerden İslam Dini dersi. Evet, kuralların ve yükümlülüklerin uygulanması konusunda çok daha tutarlı olmalıyız, örnek olarak okulu asanlar ile ilgili olarak. Bu ülkemizde yaşayan herkes için geçerli. Öncelikle açık ve net bir tutumumuz olmalıdır: Bağlılığı yalnızca pasaport, aile tarihi ya da din ile sınırlandırmayan bir Almanya anlayışı. Hıristiyanlık kuşkusuz Almanya’nın bir parçası. Yahudilik kuşkusuz Almanya’nın bir parçası. Bu, bizim Hıristiyan-Yahudi tarihimiz. Fakat İslam da artık Almanya’nın bir parçası...
        ‘Almanya, birleşik anavatan’. Bu ülkede yaşamak, anayasaya ve içerdiği değerlere saygı göstermek ve korumak demektir. Bunlar öncelikle her insanın onuru, düşünce özgürlüğü, inanç ve vicdan özgürlüğü, kadın ve erkek eşitliğini kapsamaktadır. Ortak kurallara uymak ve kendi tarzımızı yaşamak ve bunu kabul etmek. Bunu kabul etmeyen, ülkemizi ve değerlerini hor gören, katı tepkiyi kabullenmelidir. Bu aşırı tutucular için geçerli olduğu gibi, aşırı sağcı ve solcular için de geçerlidir. Haklı olarak toplumumuza herkesin kendi yetileri doğrultusunda katkıda bulunmasını bekliyoruz. Toplumumuzun temel değerlerini kötüye kullananlara göz yummuyoruz.”

    Ardından Almanya’da “Alman düşmanlığı” tartışması geldi.
    Aile, Gençlik ve Kadın Bakanı Kristina Schröder, Almanların kendi ülkelerinde ırkçılığa uğradığından şikâyetçi oldu. Alman Bakan, Alman çocukların okullarda kısmen dışlandığını savunarak, özellikle başörtüsü takmayan kız çocuklarına “Alman şıllık“ gibi hakaretlerde bulunulduğunu söyledi.
    Schröder, "Okul bahçelerimizde, metro ve tramvaylarda bir Alman düşmanlığı sorunu var. Alman çocuk ve gençler, buralarda sırf Alman oldukları için sözlü saldırıya uğruyor, ‘patates Alman’, ‘şıllık Alman’ gibi küfürlere ve hakaretlere maruz kalıyorlar. Bence, bu da bir çeşit ırkçılıktır" dedi.
    Bakan Schröder, Kasım ayının ilk günlerinde Bild gazetesine verdiği röportajda, "Bazı camilerde, açıkça anayasamızın temeline aykırı değerler öğretiliyor. Bununla kararlı şekilde mücadele etmeliyiz. Burada önemli olan, camilerde Alman Müslümanların vaaz verebilmesi için imamların Almanya’da eğitilmesi. Bu din adamları, birkaç yıllığına buraya gelen imamlar olmamalı." açıklamasını yaptı.
    Bu tartışma sürerken, 16 Ekim 2010’da CDU/CSU’nun gençlik örgütü JU’nun (Genç Hıristiyanlar) toplantısında konuşan Bayern Başbakanı H. Seehofer, çok açık biçimde “çokkültürlülük”ün öldüğünü ilan ederken, aynı toplantıda konuşan Almanya Başbakanı Merkel, “çokkültürlü yaklaşımın” başarısız olduğunu, “kesinlikle başarısız” olduğunu ilan etti.
    Son 30-40 yılın hatalarının hızlı bir şekilde çözülemeyeceğini belirten Merkel, göçmenlerin istihdam piyasasında şansa sahip olabilmeleri için mutlaka Almanca öğrenmeleri gerektiğini kaydetti. Ayrıca zorla evlendirmelerin kabul edilemez olduğunu belirten Merkel, kız çocuklarını okula göndermeyen göçmen ailelere işaret ederek, bu durumda cezai önlemlerin devreye girmesi gerektiğini vurguladı.
    Entegrasyon ve göçmenler konusunda yeniden başlayan bu tartışmalarda belki de en az dikkat çekeni ise, H. Seehofer’in “çokkültürlülük öldü” açıklamasıyla birlikte sözünü ettiği “deutsche Leitkultur” oldu.
    “Hrıstiyan-Yahudi geleneğinin ve tarihi birikimlerinin, Almanya'da toplumun birliğinin esasını ve öncü kültürünü oluşturduğu” saptamasından yola çıkan “deutsche Leitkultur” anlayışı, uzun yıllar sözü edilmeden varlığını sürdüren bir “entegrasyon” anlayışı olarak kalmıştı.
    İlk kez 1998 yılında Zeit gazetesinin sahibi Theo Sommer tarafından ortaya atılan “deutsche Leitkultur”, 25 Ekim 2000’de, dönemin CDU grup başkanı olan Friedrich Merz tarafından dile getirilmiş, ancak büyük tepkiler üzerine “unutturulmuş”tu. Şimdi, doğrudan CSU başkanı Seehofer, Birlik Partileri’nin bu konuda anlaştıklarını ilan etti.
    Yıllardır göçmenlerin, özellikle de Türkiyeli göçmenlerin Alman toplumuna entegre olmadıklarından ve olamadıklarından yakınan, hatta bu nedenle “geri zekalı” ilan etmekte duraksamayan, ama bir türlü neye entegre olunacağını açıklamayan Alman siyasetçileri, ilk kez “deutsche Leitkultur” de anlaştıklarını söyleyerek, entegre olunması istenenin “ne olduğunu” ortaya koyma yükümlülüğünü de üstlenmiş oldular. Böylece sorun, göçmenlerin entegrasyonu olmaktan çıkmakta, neye entegre olacakları sorununa dönüşmektedir.
    Alman siyaseti, özellikle de Hıristiyan Birlik Partileri, tarihlerinde ilk kez, Alman kültürünün ne olduğunu açıklamak ve anlatmak durumuna gelmişlerdir. Açıktır ki, “deutsche Leitkultur”, sadece basit bir slogan olarak bırakılamaz, içeriği doldurulmak zorundadır. Bu da, kaçınılmaz olarak Alman tarihinin ve Alman kültürünün tartışılmasına yol açacaktır. Bunun ne ölçüde Bismarck’ın “kulturkampf”ına benzeyeceği, ne kadar Alman tarihinin yeniden sorgulanmasına yol açacağı bugün için belirsizse de, kesin olan tek şey, Almanların Almanlığı tartışmak zorunda kalacaklarıdır.