|
|
Die Gaste, SAYI: 14 / Kasım-Aralık 2010
|
Dil Bilinci ve Hessen’de Anadili Öğretimi
Yücel Tuna (ATÖF 2. Başkanı ve Hessen-TÖDER Yön. Kur. Ü.)
Anadilimiz, duygularımızın, düşüncelerimizin, kültürümüzün kısaca kişiliğimizin aynasıdır. Nefes alıp vermekten sonra en cok yaptığımız iş konuş- maktır.
Gelişmiş ülkelerde anadil öğretimine çok önem verilir. Çünkü anadili ve kişilik gelişimi arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, düşünceden soyutlanmadığı için, dil öğretimi demek düşünce öğretimi demektir. Dili boş bir bal peteğine, düşünceyi de bu peteğin balına benzetebiliriz.
Anadilin bu genel doğrularından sonra genelde yaşadığımız ülke Almanya’da, özelde Hessen eyaletinde gelinen nokta hiç de arzu edilen yer değildir. Alman yetkililerin farklı gerekçelerle, Türk anne-babaların konunun önemini yadsımaları nedeniyle okul başarısına da olumlu katkıları bulunan anadil dersleri artık can çekişiyor.
Başka etmenlerin de rol aldığı bu alanda, 2000 yılından bu yana yürürlükte olan doğuştan Alman vatandaşlığı da istatistiklerde, potansiyel öğrenci sayısını düşürünce doğal olarak sayısal veriler derse olan talebin de düştüğünü gösteriyor.
Eski sayılara göre bilinen en son derse katılım oranı %67.5 iken bugün bu oran %20 sınırlarında dolaşıyor. Çeşitli nedenlerle görevden ayrılan öğretmenlerin yerine çoktandır yerel makamlar tarafından öğretmen atanmıyor.
1999 yılında Almanya’da, 2003 yılında Türkiye’de gerçekleştirilen Alman-Türk karma eğitim uzmanları toplantılarında Türk tarafının ısrarla üzerinde durduğu öğretmeni Türkiye’den getirip ücretlerinin de Türkiye’den ödenmesi önerisini Hessen eyaleti seve seve kabul etti. Böylelikle olayın finansal yükümlülüğünden kurtuldukları gibi, dersleri okul programlarının dışına atmak, istedikleri zaman kendi izinlerine bağlı olan bu durumu sona erdirmek olanağına kavuştular.
Yerel makamlarca atanmış öğretmenler son yıllarda not verme yetkileri ellerinden alınmış olsa da, öğretmenler kurulu toplantılarına katılıp, Türkçe dersini okul hayatının içine çekebiliyorlar. En verimsiz saatlerde ders yapmak zorunda kalan Türkiye’den atanmış öğretmenler tam burdaki eğitim sistemine uyum sağladıklarında ise görev süreleri dolmuş oluyor.
Ders saatlerinin uygunsuzluğu ve olumsuz propagandalarla katılım azalınca doğal olarak öğretmen gereksinimi de azalıyor. Son iki yılda görevden ayrılan öğretmen sayısı 50 civarında iken Türkiye’den atanan öğretmen sayısı 30’u bile bulmuyor. Yetkililer tarafından bunların öngörülmemiş olması mümkün değil. Türkiye’de Milli Eğitimi kendi amaçlarına göre dizayn eden güçler, bugüne kadar etkili olamadıkları Hessen’de de sonunda amaçlarına ulaştılar. Bu sonucu elde ederken her iş kolunda, her meslek grubunda varolan olumsuz örnekleri abartarak, yaptırım gücü bulamadıkları yerelden atanmış öğretmenler yerine, klasik alt-üst ilişkilerini kullanabilecekleri, moda deyimle yaşamın her alanında görülen yandaşlık anlayışını eğitime de aktararak şimdiki uygulamayı yeğlediler.
Alman makamlarıyla sorunları saptamak, ihtiyaçları belirlemek adına yapıldığı bilinen bir toplantıda söz de devamı arttırmak adına derslerin hafta sonun da bile yapılabileceği konuşulunca “bu kadarı da olmaz” demekten başka bir şey diyemiyoruz. Bir kere Alman okullarında yasa gereği hafta sonu ders yapılamaz. Özel izin alınsa bile bunun bir ücreti, özel sigorta gibi problemleri olacak. Ama, asıl amaç bu yolla dersleri dernek, cemaat gibi kuruluşlara vermekse o başka. O zaman da Anadil öğretimine bundan daha büyük bir darbe vurulamaz.
Olayın bir de bilimsel yanı var. Dil öğretiminde bugün gelinen konum çok farklı. Türkiye’de kazanılan pedagojik formasyonla artık Almanya’da Türk Dili öğretilemez ama egemen siyasi gücün ideolojisi yaygınlaştırılabilir.
Dün Türkçe bilen çocuklarla Türkçe eğitimi yapılıyordu. Bugün ise çocuklarımızın %60’a varan bölümü sıfır Türkçe seviyesiyle öğretmenin karşısına geliyor. Bunlarla bilinen yöntem, metot, araç-gereçlerle Türkçe eğitimi yapamazsınız. Türkçe’yi artık bir yabancı dil eğitimi gibi verebilirsiniz. Yabancı dil öğretmeni olmayan, bu şekilde eğitim görmeyen biriyle bu çok önemli işi sürdürmenin “karanlıkta farları yanmayan bir araçla yol almaktan” farkının olmayacağı sanırım herkesin kabul edeceği bir gerçektir.
Ama galiba yetkililerimizin anadilimiz Türkçe’yi öğretmek gibi endişesi yok. Böyle olmasa, Türkçe derslerinin öneminin tekrar kazandırılması yönünde mücadele edecek eğitim ataşeliği kadrolarının büyük bir bölümü boş olur mu? En büyük eyalet olan Kuzey Ren Westfalya’da beş ataşelikten ancak biri dolu. Onun da görev süresi sona erdiğinden yaz tatiline kadar geçici olarak uzatıldı. Başkent Berlin bile vekaletle yönetiliyor.
Buradaki açık neden, atama koşulları yeniden belirlenen kriterlere uygun yöneticelerin bulunamaması. İstenilen kişileri göndermek adına yapılan bu değişiklikler sonunda görüldü ki bu nitelikte kendilerince güvenilir yönetici yok. Bu durum bakanlığın elini kolunu bağladı. Şimdi yükseltilen çıta seviyesini nasıl düşürürüz diye uğraşıyorlar.
Derslerin göçmen kökenlilerin bir hakkı olduğunu bunun için en iyi çözümün Alman üniversitelerinden mezun, gerekli formasyonla donanımlı gençlerimiz olacağını savunan eğitim ataşesi atamalarının bir an önce gerçekleşmesi çözüm yolunda bir adım olmalı.
Bu konuda ATÖF ve Hessen-TÖDER olarak Essen Üniversitesinde Prof. Emel Huber’in yönetiminde faaliyet gösteren Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nün kapasitesinin arttırılmasını, buradan yetişen öğretmenlerin bu dersleri vermesini öneriyoruz. Böylelikle Almanya koşullarında yetişmiş, ülkeyi tanıyan, diploması kabul gören, derslerin kontrolünün yerel yetkililerce yapılacağı bir Türkçe dersi gereken öneme ve saygıya tekrar kavuşacaktır.
|
|
|
|