Die Gaste, SAYI: 15 / Ocak-Şubat 2011

Alamanya Türkülerinde
Göçün Tarihi


Prof. Dr. Ali Osman ÖZTÜRK
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi




    Alamanya* Türküleri’ni şimdiye dek bilimsel çalışmalarda malzeme olarak kullanan araştırıcıları (bkz. Öztürk 2001, s. 132-135) gözden geçirdiğimizde, bu ürünlerin, her ne sebeple olursa olsun Almanya’ya “göçen” ve orada “yaşayan” insanları anlatan ve çoğunlukla da onlar tarafından yaratılan bir edebiyat olduğuna işaret eden tespitler karşımıza çıkar.
    Alamanya Türküleri’nin yaratılma ve yayınlanma sürecine bakıldığında; 1972, 1974 ve 1975 tarihlerinden itibaren ürün sayısında kendini katlayan hızlı bir artışın olduğu ve bu artışın 1976 tarihinde zirveye ulaştığı görülür. 1977’de görece bir düşüşten sonra, 1978’de tekrar 1974 düzeyine dönüş ilginç. 1980’de görülen ikinci bir artış ise anlamlıdır. Çünkü 1973’te işçi alımının durdurulması nasıl türkü üretimine yansıdıysa, 1980’deki politik çalkantılar da benzer şekilde etkili olmuştur. 1988, 1993 ve 1995 tarihlerindeki görece artışlar ise Almanya’nın uygulamaya koyduğu (vize gibi) yeni kararlar veya Almanya’daki işçilerin uğradıkları ırkçı saldırılar ile birlikte yorumlanmalıdır. Örn. burada 29 Mayıs 1993 tarihli Solingen cinayetini hatırlatmakla yetinelim.
    Kullandıkları dile göre türküler üç gruba ayrılmaktadır: Türkçe, (Almanca/Türkçe) Karışık ve Almanca metinler. Türküler böylece seçtikleri dil itibariyle de, yöneldikleri hedef kitleyi belirlemiş durumdalar: Öncelikle Türkler. Toplam 104 Türkçe metne 10 Almanca metin görece azdır. Bu metinlerin son dönemde yazılmış olması, ileriye dönük bir perspektifin açıklığına, yani yeni yaratılacak türkülerle, Almanca metinler lehine bir artışın olabileceğine tanıklık edebilir. Ama şunu söyleyebiliriz ki, Alamanya Türküleri’nde, Alman dinleyici kitlesi tamamen göz ardı edilmemiş, ya da en azından bu çaba hiç gösterilmemiş değildir.
    Alamanya Türküleri, geleneksel Türk halk edebiyatının asal aktarma biçimi olan sözlü intikal ve yaşam sürecinde bulunmaktadır. Bu türküleri yaratanların büyük bir bölümü, sözlü edebiyatın temsilcileridir; söz yazarları arasında âşıkların varlığı bunun için en güzel kanıttır. Dolayısıyla sözlü kültürün manzum ürünlerinde görülen kalıplar ve motifler burada da karşımıza çıkar.
    Metinlerin yazılı değil, ses kayıtlarından aktarma olduğu ve kulağa hitap edecek biçimde kurgulandığı ortaya konulmuştur. Türkülerin varyantları, şöyle böyle 30-40 yıllık bir sözlü aktarımın ve bundan doğan farklılaşmanın sonucudur. Alamanya Türküleri’nin söze ve sözlü iletişime/bildirişime verdiği önem, türkü metinlerinde görülmektedir. Âşıklar okudukları türküleri öncelikle “söz” ve “söylem/e” olarak nitelendirirler.
    Esas itibariyle lirik üslûbu benimseyen Alamanya Türküleri, dram ve nesir gibi edebiyat türlerini yardımcı öğe olarak kullanmakta, belki de manzum olarak dile getirilemeyeni de ifade etmeyi gözetmektedir. Diğer yandan; dinleyicinin türkülerin art alanı ve amacı üzerine bilgilendirilmesi gibi işlevi olan bu öğeler, aynı zamanda sade insanın teatral estetik gereksinmesinin karşılanması olarak da değerlendirilebilir. 115 türkü içinde 15’inin bu şekilde bir üslûba yönelmesini önemle vurgulamak gerekir: Ön Söz, Diyalog, Montaj Tekniği, Hitab (Tanrıya, Türkü kişisine, Dinleyiciye) ve Rap tarzına el atan ve böylece manzum türkü estetiğinin dışına çıkan bu örnekleri, türkü geleneği içinde göçmenliğin neden olduğu yeni oluşumlar olarak da görebiliriz.
    Rap parçaları, asıl metin olarak tamamen resitatif (anlatıcı) bir tür. Bunlar da tıpkı türkülerde olduğu gibi uyak, kavuştak işlevinde metin ve ezgi kullanır. Kavuştak ezgisi çoğunluk halk müziğinden kaynaklanır. Türk işçilerinin Almanya gurbetindeki sorunlarını dile getiren resitatif metin ile gurbet ezgisi, herhangi bir uyum içinde değilken, işlevsel olarak aynı amaca hizmet eder görünmekteler.
    Almanya’daki Türklerin içinde bulundukları psikolojik, sosyal-toplumsal koşullar ve ister hemşeri ister Alman olsun diğer insanlarla ilişkileri dil kullanımına duygusal (emosyonal) olarak doğrudan yansımaktadır. Kesinlikle birileriyle iletişim/bildirişim kurmak isteyen bir dil üslûbu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Karşısında insan olmasa bile türkü kişisi, doğayı ya da kişileştirdiği Almanya’yı, feleği, Almancayı kendine muhatap almakta ve kendini ifade etme çabasını göstermektedir. Bu yönelim, türkülerin ana temasını barındıran kavuştak dizelerinde çoğunlukla “soru” ya da “ünlem” cümlesi olarak karşımıza çıkar.
    İster ayrı ayrı, isterse topluca bakılsın, türkülerin üslûbunda didaktik yön ağır basmaktadır. Bundan sözlü Türk göçmen edebiyatının, bir tür dayanışma edebiyatı olduğu ve sorunlara karşı direnç geliştirmeye çabaladığı sonucu çıkarılabilir: Sorunlar bir yandan dile getirilerek hafifletilmeye çalışılıyor (paylaşım), diğer yandan öğütlerde bulunularak yol gösteriliyor (çözüm). Dua ve beddua ile umut aşılanıyor, eleştiride ölçü bazen taşlamaya (yergiye), bazen de aşağılamaya (hakarete) vardırılarak rahatlama, boşalma sağlanıyor (deşarj). “Öteki” olan Almana yöneltilen bu aşağılama, aynı zamanda “ben”e duyulması gereken öz güveni kamçılıyor ve kendini hiç olmazsa “edebi düzlemde” türkü estetiği yardımıyla iddia etme olanağını buluyor.
    Yayın tarihi belli türkülerden yola çıkarak tespit edebildiğimiz konu tarihçesinin, 1972-75 yıllarını kapsayan 1. Dönemi, Türklerin içinde bulundukları duruma paralel olarak, hasret (gurbet) duygularını, yeni bir ülkeye uyum zorluklarını, gelenlerin ve kalanların açısından ailelerin parçalanmışlığını öncelikli konular olarak işliyor. Bu arada Almanya’da, umutların ve beklentilerin gerçekleşmemesinden doğan düş kırıklığı ve değişen koşullar betimlenirken, Almanya’ya gelmek isteyenlere uyarı yapmak gereği de duyuluyor. Ayrıca içinde bulunulan kültürün insanlarıyla, birlikte yaşadıkları ve her gün karşı karşıya geldikleri Almanlarla insani ilişkiler de türkülerde ele alınan bir konu.
    1976-79 yıllarını kapsayan 2. Dönem’-de ise, diğerlerine ek olarak şu konular ön plana çıkıyor: Kültür karşılaştırması, Meister’e, Almana duyulan öfke, Şirin’in Düğünü filmine tepkiler, ailelerin birleşmesiyle oluşan yeni sorunlar, Almanlarla ilişki ve evlilikler, Türk işçilerinin mizahi tasviri, Türk-Alman dostluğuna ihanet ettiği düşünülen Almanlara eleştiri, vatandaşları için gerekli önlemleri almayan Türkiye Cumhuriyeti devletine eleştiri ve geri dönüş çağrıları. Kültürlerin karşılaşması “etkileşim ve interaksinin başlaması” diye nitelenir (Güngör 1995: 14). Birinci dönemdeki “gurbet edebiyatı”nı burada göçmen edebiyatının oluşumu takip etmektedir.
    1980-90 yıllarını kapsayan 3. Dönem’de, türkülere yeniden bir ümitsizlik duygusunun hâkim olduğunu tespit ederiz. Yukarıda sıralanan sorunların ardından iki kültür arasında bunalan eski ve yeni kuşakların, ümitsizlik duygularını ifade etmeleri çok doğaldır. Bu dönemi karakterize eden bir önemli konu da vize şikâyeti.
    Tespiti yapılabilen türkülerin son dönemini (4. Dönem) 1990-95 yılları oluşturur. Burada da yine önceki sorunlar var. Ancak ayrıca zorunlu nedenlerle Almanya’yı çalışma mekânı ya da yurt seçenler artık burayı “acı vatan” olarak nitelendirirler. Bunu 1 Ocak 1991’de yürürlüğe konulan Yeni Yabancılar Yasası’nın bir sonucu sayabiliriz. Türkler, zorunlu olarak Alman vatandaşlığı seçeneği ile karşı karşıya bırakılmışlardır (bkz. Şen [t.y.]: 35). Türkülerin önemsediği bir başka konu ise, Türklerin maruz kaldığı ırkçı saldırılar. Buna karşılık önerilen çözüm ise yine anlamlı: Dayanışma.
    Hiç bir Alamanya Türküsü homojen bir konuyu ele almaz, daha çok bir konu kompleksinden söz edilebilir ve her türküde birden fazla konu, motif ve üslûp tespit edilebilir.
    Sonuç olarak vurgulanması gereken husus, geleneksel gurbet edebiyatı temeli üzerinde gelişen (Güngör 1995: 11), Almanya’daki sözlü Türk göçmen edebiyatının konuları doğrultusunda sosyal içerikli yeni türlerin elde edilebilmesidir. Bu türler, ne tamamen gelenek sınırları içine sığmakta, ne de içinde geliştiği kültüre uymaktadır.
    Tespit edilebilen konular şunlardır: Gurbet, Almanya’da durum, Türk işçisinin vatansızlığı, Almanya’yı eleştiri, Alman kızına aşk, Dön çağrısı, Almanya’da evlilik, Almanın özellikleri, Mektup, Gelme uyarısı, Almanya’da değişim, Şirin’in Düğünü, Alman dilinden şikâyet vb. Bunlar, Almanya’da göçmen durumunda olan insanların yaşamlarına değişik açılardan yaklaşarak ortaya koyma çabalarının türkü estetiği içindeki yansımalarıdır.
 
 
    Kaynakça:
    Güngör, Veyis (1995): “Batı Avrupa Türk Edebiyatı”. Türk Kültürü 38 (381), s. 11-16.
    Öztürk, Ali Osman (2001): Alamanya Türküleri. Türk Göçmen Edebiyatının Sözlü/Öncü Kolu. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
    Şen, Faruk (t.y): Bonn–Ankara Hattı, Önel Verlag, Köln.
   
     
    * Türkçedeki “el aman“ yakınmasını çağrıştırdığından, burada “Alamanya“ nitelemesini tercih ettim. AOÖ