Die Gaste, SAYI: 17 / Mayıs-Temmuz 2011

Demokrasinin Yükselişi, Çöküşü ve Yeniden Yaratılması

[Aufstieg, Niedergang und Neuerfindung der Demokratie]


Prof. Dr. Franz HAMBURGER
Johannes Gutenberg Mainz Üniversitesi




    Georg Foster (1754-1794), 15 Kasım 1972’de Mainz Kalesi’nde “Mainzlıların Frenklerle İlişkileri Üzerine” adlı ünlü konuşmasını yapmıştı. Mainz Kalesi’nde –Kurfürst’ün (13. yüzyıldan itibaren Alman kralını ve Roma imparatorunu seçen derebeyleri birliği üyesi) kovulmasının ardından– Mainz jakoben kulübü “Özgürlüğün ve Eşitliğin Dostları” toplanmıştı. Foster, isteksizce bu kulübe katılmıştı, çünkü “eski sistem”den dostları vardı ve devrimin karanlık yönlerini biliyordu. O bir gerçekçiydi ve belki de bu nedenle mutlak olarak Frenklerin ve Prusyalıların, Fransızların ve Almanların birlikte barış içinde yaşamaları için –elbette daha çok da demokrasi için– çaba harcıyordu. Bir demokratik devrimle, hem feodal bağımlılık hem de halkların birbirine olan nefretine bir son verilmeliydi. Georg Forster, Almanya’da demokrasinin kurulması ve inşa edilmesi için Almanya’da ilk ciddi girişimi temsil eder. Demokratik düşüncenin ve çabaların izleri Mainz Cumhuriyeti’nden Hambacher Fest’e (1832) ve Frankfurt Paul Kilisesi’nde toplanan Alman Ulusal Meclisi’ne (1848-1849) kadar uzanır.
    2 Ocak 2011’de, Mainz Kalesi’nde, başarılı yayıncı, sosyal darvinist ve ırkçı Thilo Sarrazin Mainz Karnavalı’nın (Fastnacht) düzenleyicisi olan Mainz “Ranzengarde”den bir ödül aldı. Bu halk festivalinde uzun süre egemenlere karşı alaycı ve ironik giysilerle, taklitlerle militarizmin güncel görünümleri eleştirilmiştir. Ama şimdi mizah şehrin dış bölgelerine çekildi ve Mainz’da konuşlanmış olan bazı eski birlikleri giysileriyle hâlâ örnek alan “Muhafızlar”, gerçeklik ile ironiyi karıştırmakta ve biracı ciddiyetiyle karnavalda yürümektedirler – askeri gösteriş açısından başlangıçta yuhaladıklarını aşmışlardır. İronik eleştiri şimdi tersine döndü.
    Politik açıdan önemli ters dönüşler çoğalmaktadır: Derebeyinin sarayında, bir zamanlar demokrasiye yönelik konuşma yapılır ve halkların barışması talep edilirdi; şimdi aynı yerde insaların, daha doğrusu mağdur azınlıkların reddedilmesi ve değersizleştirilmesi ödüllendirilmektedir. Georg Foster, düş kırıklıklarını saldırgan biçimde yabancılara yönelten kul zihniyetine karşı da aydınlanma mücadelesi yürütmüştü; bu kul zihniyeti, Thilo Sarrazin’e verilen Ranzengarde ödülüyle geri dönüşünü “sevinçle” kutluyor.
    Burada pek çok şey, özellikle de demokrasi gündemdedir. Demokrasi, komünizm öcüsü ortadan kaybolduktan sonra, giderek kapitalist çıkarların kabul ettirilmesinde bir engel haline gelmektedir. Bir tarafta servet birikirken, diğer tarafta yoksulluk yaygınlaşmaktadır. Finansal feodalizm ve onun koruma kalkanı olan iktidarlar “alternatifsiz” olarak tanımlanmaktadır – eğer durum böyleyse, demokratik iradenin oluşması gereksizdir. 60 yıllık demokrasiden sonra Almanya’da “liberal demokratik” düzeni sadece kurumların ve sivil toplumun istikrarlı olması ayakta tutmaktadır.
    Burada, yeni vatandaşların, göçmenlerin, “entegre” olmaları istenen ve sözde demokrasiyi öğrenmek zorunda olanların, eşitsizlikleri kabul edilmiş olanların, tam da bu kişilerin, Alman devletinin anayasasında varolan demokratik ilkeleri anımsamaları ve eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temel ilkelerini anımsatmaları ve talep etmeleri özellikle dikkat çekicidir.
    “Çoğunluğun Manifestosu. Almanya Kendini Yeniden Yaratıyor” başlıklı kitap (Hilal Sezgin, Blumenberg Verlag Berlin 2011), bu temel ilkeleri farklı açılardan aydınlatılmakta ve etnik milliyetçiliğin ve ırkçılığın eleştirisi için bir temel sunmaktadır. Bu kitapta, deneyimlere dayanarak ve bilimsel bir temelde, mültikültürel açıdan bir arada varolmanın gerçekliği tanımlanmakta, “entegrasyonun” sorunları doğru bir zemine oturtulmakta ve boyutları uygun biçimde sınıflandırılmaktadır; eleştirel bir bakış açısından Sarrazin’in kabullenilmesinin ideolojik savunusu parçalanmakta ve ırkçı yapılar açığa çıkartılmaktadır. Belki de Foster ile Sarrazin arasındaki, “halkın dostları” ile “muhafız kıtaları” arasındaki karşıtlık, farklı anlamları olan bir kavramdan daha iyi açıklayamaz. Bazıları için “Alman Devleti” Almanların devletidir, halk topluluğunun, ethnosun devletidir; diğerleri için ise, “Alman Devleti” Almanya’da yaşayan insanların devletidir, demosun devletidir. Çünkü o, bir devlet olarak, devletin ve yurttaşların saygı göstermeleri gereken insan haklarını kendi sınırlarının dışında da uygulamak istemektedir. Ve Almanya, böyle bir demokratik devlet olarak yeniden yaratılmalıdır. Çünkü onun egemeni –her zaman olduğu gibi rengarenk olan– halk, temelden ve tümüyle değişmiştir.