Die Gaste, SAYI: 17 / Mayıs-Temmuz 2011

Yedi Canlı “Multi-Kulti”


Dr. Hakan AKGÜN



Son yirmi yıl içinde özel tiyatroların bir dar boğaza sürüklenerek kapanmaları, tiyatro sanatçılarının medyaya yönelmeleri tiyatro yapımı ve oyunculuk düzeylerinin de düşmesine neden oluyor. Ancak Batı toplumlarındaki gelişmelerle Türkiye’deki gelişim arasındaki temel fark, ileri tüketim toplumlarında refahın getirdiği rahatlık içinde sorunlar bastırılır ya da görmezden gelinirken, tüm gelişmekte olan toplumlarda olduğu gibi Türkiye’de öyle bir ayrıcalığın olmaması ya da varsa da çok küçük seçkin bir kesimi kapsaması.
    Son yıllarda “Multi-Kulti”nin başarısız olduğu veya hatta öldüğü şeklindeki açıklamalar dikkatimizi çekmekte. Bu bağlamda bir kavram kargaşasıyla da karşı karşıya bulunmaktayız. Bu yazımda bu kargaşalığa biraz açıklık kazandırmak için bu kavramları ve ne anlamda kullanıldıklarını irdelemek istiyorum.
    Önce sürekli öldürülen ancak bir türlü yok edilemeyen şu yedi canlı “Multi-Kulti” kavramını ele alalım. Bu kavram genelde iki anlamda kullanılmaktadır. Birincisi çokkültürlü toplum (Multikulturelle Gesellschaft) anlamında olup değişik kültüre (etnik köken, dil, din v.b.) sahip bireylerden oluşan bir toplumu kastetmektedir. Göç olgusu nedeniyle Almanya’da çeşitli etnik gruplardan ve kültürlerden bireylerin birarada yaşaması çokkültürlü bir toplum gerçeğini de birlikte getirmektedir. Bir toplumun durumunu, oluşumunu betimleyen bu anlamdaki “Multi-Kulti” nin artık öldüğünden bahsetmek saçmalıktır. Zira böyle demekle o toplumun durumunda bir değişiklik olmuyor.
    Fakat “Multi-Kulti” kavramı daha çok sosyolojik bir yöntemi ifade eden “çokkültürlülük” (Multikulturalismus) anlamında kullanılmaktadır. Adı geçen bu yöntemde asimilasyon konusunda toplumsal bir baskı yoktur ve her etnik grup karşılıklı anlayış, saygı ve hoşgörü içinde, diğer kültürleri de eşdeğer kabul ederek birlikte yaşamaktadır. İşte “özümleme” (asimilasyon) ve “etnik milliyetçilik” (etnosentrizm) terimleri de “çokkültürlülük” yönteminin karşıtı yöntemleri oluşturmakta ve azınlıkta olan etnik grupların kendi kültürlerini yadsıyarak çoğunluk kültürünü benimsemeleri ve onların kültürel değerlerini üstlenmeleri anlamına gelmektedir. Adı geçen bu yöntemlerde çoğunluğu oluşturan (yerli) toplumun sürdürdüğü yaşam biçiminin diğerlerine göre daha değerli görülmesi ve bu nedenle üstlenilmesi gerektiği söz konusudur.
    Yine bu bağlamda “yönetici/yönlendirici kültür” (Leitkultur) kavramı da “çokkültürlülük” yöntemine karşı bir tarz olarak öne sürülmektedir. Son zamanlarda bu terimin uyum tartışmaları bağlamında dile getirildiği anlam bende iktidardaki politikacıların hegemonyacı tutumlarının bir ifadesi olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Bu nedenle bence bu (deutsche Leitkultur) kavramı Türkçeye “yönetici/yönlendirici Alman kültürü” olarak değil de “baskın Alman kültürü” olarak çevrilmelidir. Çünkü 2000’li yılların başında özellikle Friedrich Merz ve Jörg Schönbohm gibi CDU politikacılarının bu tür açıklamaları “çokkültürlülük” yöntemine karşı tavır koymakta ve göçmenler üzerinde Alman kültürünün ve yaşam tarzının diğer göçmen kültürlerine ve yaşam tarzlarına göre daha değerli olduğu ve bütün göçmenler tarafından benimsenmesi gerektiği şeklinde bir asimilasyon baskısı oluşturmayı amaçlamaktadır. Bunun farkına varan ve bu kavramı ilk kullanan Suriye kökenli siyasal bilimci Bassam Tibi de bu kavramın amacından saptırılarak politize edilmesine karşı çıkmıştır (bk. Bassam Tibi: Leitkultur als Wertekonsens. Bilanz einer missglückten deutschen Debatte. In: Aus Politik und Zeitgeschichte. Ausgabe 1-2/2001). Aynı şekilde günümüzün ünlü Alman felsefe profesörü ve sosyologu Jürgen Habermas da bu kavramın asimilasyon ve etnosentrizm konusunda baskı aracı olarak kullanılmasına “Demokratik bir anayasa devletinde çoğunluk toplumu azınlıktaki toplulukları kendi yaşam biçimini üstlenmeye zorlayamaz“ diyerek eleştirmiştir (bk. Jürgen Habermas: Die Zukunft der menschlichen Natur. Auf dem Weg zu einer liberalen Eugenik?, Frankfurt/a.M. 2002, S.13).
    İşte bütün bunlardan cesaret alan Sarrazin gibi sözüm ona şaklaban genetik uzmanları da işi bazı etnik ve dini grupları aşağılamaya ve dışlamaya kadar götürmektedirler.