İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 18 / Ağustos-Ekim 2011

Eğitim Sistemindeki Ayrımcılık Sona Ermeli




Berrin ALPBEK
[FÖTED Genel Başkanı]



    Almanya Federal Cumhuriyeti çoktan bir “çokkültürlü” toplum olmuştur. Alman kökenli olmayan yedi milyondan fazla insan kendi çok kültürlülükleri ile devamlı olarak buraya yerleşmiş durumdadırlar. Çocuklarının çoğu burada doğmuş ve yetişmişlerdir; burada okula gitmektedirler ya da bir meslek öğrenmektedirler.
    Bu gelişmeler geriye döndürülemez! Avrupa’nın tüm büyük kentleri, ister Paris olsun, ister Londra, Brüksel, Amsterdam, Viyana, İstanbul, Berlin ya da Frankfurt olsun, tüm bu dev kentler artık devamlı olarak çok kültürlü olmuşlardır. Eğitim kurumları bu çok kültürlü gerçeği bir şans ve çağırı olarak anlamalı ve birçok uzman eğitimcinin önerdiği gibi, kültürlerarası eğitimi okul öncesi dönemde, okullarda ve yüksek öğretim alanında da bir yeni eğitim ve öğretim politikasının ilkesi olarak görmelidirler.
    Almanya şu anda ve gelecekte de çokkültürlü olacak. Bazı politikacılar bu gerçeği her ne kadar yıllarca çarpıtmaya çalıştıysalar da sonunda gerçek kabul edilmeye başlandı.
    Almanya´da olduğu gibi diğer Avrupa ülkelerinde de nüfusta bir gerileme var, yani oralardan göçmen gelmesi mümkün değil, gelse bile ihtiyacı karşılaması mümkün değil.
    Uzun lafın kısası Almanya hatta Avrupa geliştireceği tüm politikalarda göç gerçeğini göz önünde bulundurursa ve politikalarını çokkültürlü bir toplumun gereksinimlerine göre geliştirirse ancak gelecekte diğer sanayi ülkeleri ile rekabet etme gücüne sahip olabilecek. Çünkü iyi yetişmiş insan faktörü gelişmiş ekonomilerde önemini koruyacak.
    Daha şimdiden Almanya’nın birçok metropol kentinde anadili Almanca olmayan çocukların oranı %30´u aşmakta. Bazı ilçelerdeki okullarda bu oran %90’lara varmakta.
    Buna rağmen çokkültürlü toplum gerçeğinin kabul edilmemesi göçmen öğrenci ve anadili öğretmenlerinin okullarda dışlanmalarının temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Alman eğitim sisteminde göçmen kökenli öğrenciler açısından yapısal ve kurumsal bir ayrımcılığın sözkonusu olduğu yapılan tüm (Örn. PISA, OECD vb.) araştırmalarda ortaya konmuştur. Değişik eyaletlerde uygulanan eğitim sistemlerinin ayrıntılarda bazı farklılıklar göstermekle birlikte, ortak ayrımcı ve eleyici özelliklerini şu noktalarda özetleyebiliriz.
    Bavyera, Baden-Württemberg, Kuzey Ren Vesfalya, Aşağı Saksonya ve Hessen eyaletlerinde öğrenciler 4. sınıfa kadar birlikte eğitim görmekteler, 5. sınıftan sonra çocukların gidecekleri okullar “Hauptschule”, “Realschule” ve “Gymnasium” diye ayrılmakta. Başka bir deyişle değişik toplumsal kesimlere mensup olan çocukların 10 yıllık zorunlu eğitimin sonuna değin birlikte eğitim görmeleri ve birbirlerinden öğrenmeleri engellenmekte. Diğer on bir eyalette ise Saksonya eyaletinin öteden beri öngördüğü iki aşamalı bir sistem uygulanmakta. Bu eyaletlerde “Gymnasium”un yanında Mittelschule (Haupt+Realschulen) ve Gesamtschule devam etmekte veya reform adı altında yeni uygulamaya konmaktadır (Ör. Berlin, Hamburg).
    Yeni açıklanan uluslararası PISA 2009 araştırmasının sonuçlarına göre de “göçmen kökenli ailelerden gelen çocuklar çifte haksızlığa uğruyorlar”. Rapor sosyal dezavantajlı semtlerde yaşayan, az gelirli, eğitim düzeyi yüksek olmayan ailelerin çocuklarının bir de eğitim sistemi tarafından erken yaşta “başarılı”, “orta başarılı”, “başarısız” diye belirli okul tiplerine ayrılarak daha olumsuz etkilendiğini belirtiyor. Rapora göre çocuklara mümkün olduğu kadar birlikte, uzun eğitim görme olanağı sağlayan ülkelerde sosyal dezavantajların etkileri eğitim sistemi sayesinde azalıyor. Ayrıca Almanya araştırmaya katılan tüm ülkeler arasında çocukların geldiği sosyal sınıf ile okullardaki başarıları arasındaki ilişkinin en yüksek olduğu ülke.
    Göç ve uyumdan sorumlu devlet bakanı bayan Böhmer konu ile ilgili yaptığı açıklamada haklı olarak okullarda göçmen çocukların bireysel desteklenmesi için daha fazla yatırıma ve zamana gereksinim olduğunu, eğitmen ve öğretmenlerin çokkültürlü bir toplumun gereklerine göre eğitilmeleri ve sayılarının artması gerektiğini vurgulamakta. Kendisini bu istemlerinde destekliyoruz.
    Ancak bu istemlerin, çocuklarımızın kültürlerinin eşitliğinin gözardı edildiği, anadilini konuşma özgürlüğün ellerinden alınmaya çalışıldığı, eğitimde fırsat eşitliğinin tanınmadığı eleyici ve ayrımcı eğitim sistemlerinde ısrar edilerek gerçekleşmesi olası değildir.
    Ayrımcılık ve fırsat eşitsizliği çok karmaşık sosyal olgulardır. Tespit etmek de ve gerekli önlemleri almak da o yüzden kolay değildir. Benzer durumdaki kişilere farklı muamele yapılmasına yol açacak yasa ve uygulamalar, doğrudan ayrımcılık şeklinde ifade edilir.
    Fırsat eşitliğinde, farklı başlangıç konumlarına rağmen, arzu edilen noktaya ulaşmak için bütün kişilerin eşit fırsatlara sahip olması gerekliliği esas alınır.
    Bu konuda uluslararası alandaki en temel düzenlemeler, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşmeye Ek 12 No’lu Protokol’dur.
    Bu sözleşmelerin metinleri incelendiğinde, ayrımcılığın cinsiyet, ırk, renk, soy ve etnik köken, milliyet, dil, din ve inanç, yaş, engellilik, politik veya diğer fikirler, medeni hal gibi diğer statüler yönünden yasaklandığı görülmektedir. Almanya´da bu anlaşmalara imza atmış bir ülkedir. Hatta federal ve eyaletler düzeyine ayrımcılığı önlemeyi hedef edinen kurumsal yapılanmaya gidilmiştir. Federal Hükümetin Ayrımcılıkla Mücadele Ofisi (ADS-Antidiskriminirunggsstelle des Bundes) ayrımcılığa uğradıklarını hisseden insanlara danışmanlık yapmaktadır. 18 Ağustos 2008 tarihinde yürürlüğe giren Genel Eşit Muamele Yasası (AGG), bunun yasal temelini oluşturmaktadır.
    Ayrımcılığa uğradığınızı hissettiniz ya da dikkatinizi çeken bir ayrımcılık örneği olduğunda buradaki danışmanlara başvurabilirsiniz. Kendilerine telefonla, posta yolu ile, elektronik posta üzerinden ya da önceden kararlaştırdığınız bir randevu ile şahsen ulaşabilirsiniz.
    Ayrımcılık çeşitleri olarak; hukuki eşitlik temeline dayanan doğrudan ayrımcılık (yani benzer durumdaki kişilere farklı muamele yapılması), görünüşte tarafsız bir kuralın ya da uygulamanın belirli bir gruba ait kişileri diğerleri ile karşılaştırıldığında dezavantajlı duruma getirmesi olarak ifade edilir. Dolaylı ayrımcılık, kişinin onurunu ihlal edici, aşağılayıcı, küçük düşürücü ya da incitici bir ortam yaratılmasına yol açan kasıtlı ya da kasıtsız tutum ya da davranış olarak tanımlanmaktadır.
    Berlin’de ayrımcılığa karşı dayanışma ağı (ADNB-Antidiskriminierungsnetzwerk in Berlin) adı altında hizmet veren Berlin Türk Toplumu’nun (TBB) Projesi 2006-2008 raporunda toplam 242 şikayetten 37’sinin eğitim alanından olduğunu tespit etmektedir ve somut örnekler vermektedir.
    Yine Köln´de ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı hizmet veren büronun (Antidiskriminierungs Büro (ADB) Köln/Öffentlichkeit gegen Gewalt e.V.) verdiği 2009 raporunda eğitim kurumlarında ayrımcılık ve ırkçılığa dayalı şikayetler tüm şikayetlerin %15’ini oluşturmaktadır.
    Bu şikayetler öğrencilerin geldiği ülke, etnik köken, anadili, dini, ten rengi, giyimi (başötüsü), anne-babasının sosyal statüsü (Harz IV) vb. birçok alanı kapsamaktadır. Şikayetler yukarıda sözünü ettiğimiz yapısal mekanizmalar sonucunda ortaya çıkan elemeler ve öğretmenler tarafından ön yargılara dayanan bilinçli veya bilinçsiz yapılan ayrımcılıklarla ilgilidir.
    Göçmen çocuklarının (%85) okul öncesi eğitim kurumlarına Almanlara (%95) göre daha az gidiyor olması politikacılar ve basın tarafından bu çocukların başarısızlığı için neden olarak gösterilmektedir.
    Sanki aileler çocuklarını yuvaya göndermek istemiyormuş gibi bir genel izlenim uyandırılmaktadır. Böylelikle başarısızlığın nedeni tamamen ailelere yüklenmektedir.
    Yapılan araştırmalar yuva eğitimine katılımın az olduğu bazı eyaletlerde gereksinime yanıt verecek kapasitenin olmadığını ve olan kapasitenin de öncelikle çalışan anne-babaların çocuklarına ayrıldığını göstermekte. Bunun yanında birçok eyalette yuvalar çoğunlukla dini kuruluşlara ait olduğundan anne-baba için seçenek oluşturmamakta veya kuruluş tarafından müslüman çocuk kabul edilmemektedir.
    PISA 2009 raporuna göre araştırmaya katılan ülkeler arasında Almanya en çok çocuğun farklı engeller nedeniyle özel okullarda eğitim gördüğü ülke. Bu çocuklar arasında göçmen çocuklarının oranı da çok yüksektir.
    Ancak Türkiye kökenli çocuk sayısında son yıllarda bu okullarda bir gerileme görülmüştür. Ek bir destek ile bu okullara gönderilen çocukların normal okullarda eğitim görmesi olası iken sistem kolaycılığı seçip çocukları bu tür okullara göndererek dışlamaktadır. Günlük yaşamdan şikayetler bu saptamaları doğrulamaktadır.
    Yapısal ve öğretmene dayalı elemeye ve ayrımcılığa örnek olarak 2006 yılında yayınlanan “Eğitim Raporu”nda göçmen çocuklarının ilk okulun son yıllarında öğretmenler tarafından daha kötü notlandırıldığı ve dolayısıyla seviyesi düşük okul tiplerine yönlendirildiği saptaması verilebilir.
    Bu konuda şimdiye kadar hiçbir önlem alınmamıştır. Tam tersine birçok eyalet okulun verdiği “Schulempfehlung“ kararını bağlayıcı kılmıştır. Yani velinin karar hakkını elinden almıştır. Bu uygulamalar göçmen çocuklarını ve ailelerini eğitim sistemine doğrudan katılmalarına değil tam tersine dışlanmalarına yol açmaktadır. Üye derneklerimize gelen birçok şikayet bu konuyla ilgilidir.
    Yine aynı raporda bazı velilerin “Schulempfehlung”a itiraz edip çocuklarını “Gymnasium”a göndermeleri sonucunda göçmen çocuklarının “Gymnasium”a gitme oranının ancak %10 olduğu belirtilmektedir.
    Son yıllarda tüm bu engelleri aşarak “Gymnasium”a kaydını yaptırabilen bazı öğrencileri başka sürprizler beklemektedir. Kimi büyük şehirlerde göçmenlerin yoğun olduğu semtlerdeki okullarda göçmen kökenli öğrenciler aynı sınıflarda toplanmaktadırlar. Yapılan şikayetler okul yönetimleri ve eğitim müdürlükleri tarafından haklı bulunmamakta ya da önemsenmemektedir.
    Diğer bir örnek olarak çocuklarımızın dil ve kültürleri yüzünden uğradıkları doğrudan ayrımcılık verilebilir. Uluslararası ve Federal düzeyde birçok uzman tarafından çok dillilik ve anadilin önemi hakkında artık hiç şüphe olmamasına rağmen, yerel düzeyde ve bazı eyaletlerde (Dietzenbach, Raststatt/Hessen; Berlin, Wiesbaden) farklı rüzgarlar esmektedir.
    Daha çok yakında üç kız öğrenci teneffüste Türkçe konuştukları için geçici olarak dersten uzaklaştırılmışlardır. Okul müdürü, çocuklardan birisinin babasına, Türkçenin genel olarak da okulda yasak olduğu açıklamasında bulunmuştur.
    Hukukçulara göre, teneffüslerde Almancanın dışında başka bir dil kullanılmasının yasaklanması, büyük çoğunlukla Alman kökenli olmayan öğrencileri kapsadığı için, "Avrupa ayrımcılığı engelleme yönetmeliği 200/43/EG’ye” göre (Irkçılığı önleme yönetmeliği) kuşkusuz bir dışlanma anlamına gelmektedir.
    Adı geçen yönetmelik, eğitim alanında, böylece devlet okulları için de geçerlidir. Bu yönetmelik -eğitim alanında- federal eyaletler tarafından uygulamaya koyulmamasına rağmen, bu durumdan mağdur olanların hakları yeterlice belirlenmiş olduğundan, böyle bir uygulamadan olumsuz etkilenenler doğrudan yönetmeliğe bağlı olarak hak isteyebilirler.
    Ulusal uyum planında ve Aralık 2007’de eyalet eğitim/kültür bakanları konferansı tarafından yapılan “Uyum Bir Şanstır – Birlikte daha fazla şans eşitliği için” adı altında yapılan açıklamayı imzalayanlar örneğin çocuk ve gençlerin çokdilliliğinin öneminin tanınması ve çokdillilik ilkesinin okul ortamında yerini bulabilmesi için çalışmalar yapılacağını karara bağlamışlardır. Ama uygulamada hiçbir şey değişmemiştir.
    Tam tersine tüm eyaletlerde okul yasalarında “Deutschpflicht” adı altında düzenlemeler yapılması bazı politikacılar ve uyumdan sorumlu devlet bakanımız tarafından tartışmaya açılmış ve bizim ve diğer bazı göçmen örgütlerinin de girişimleri sonucunda bundan vazgeçilmiştir.
    Okuldan meslek eğitimine geçişte göçmen kökenli gençlerin ve özellikle “Hauptschulabschluss” alanların meslek eğitimi yeri bulmakta zorlandıklarını tekrar Eğitim Raporu 2010’da saptanmaktadır. Diğer okullardan diploma alanlar için de durum iç açıcı değildir. Çeşitli araştırmalar yapılan başvurularda daha okul diplomasına ve notlara bakılmadan ad, soyad ve oturulan bölgeye göre ön bir eleme yapıldığını ortaya koymaktadır.
    Üniversite ve yüksek okullara geçişte sevindirici bir gelişme izlenmektedir. “Gymnasium” diploması alanlardan üniversite ve yüksek okullara başlayanların oranı göçmen kökenlilerde daha yüksektir. Ama oran tüm öğrencilere (%27) bakıldığında hala çok azdır (%17).
    Görüldüğü gibi eğitim sisteminin tüm aşamalarında ayrımcılık yapıldığı gibi üniversitelerde de yapıldığı konusunda şikayetler tüm üye derneklerimize ulaşmaktadır.
    Ne yazık ki bunları istatistiksel bir düzene koymak halen olanaklı değildir. Yukarıda sözü edilen ADS bu konuda olumlu bir girişimde bulunarak ayrımcılık ve ırkçılıkla ilgili somut bilgilerin sistematik bir biçimde elde edilmesi ve sorunun çözülmesi için hangi altyapıların oluşturulması konusunu araştıran bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor konuyla ilgili sayısal verilerin temsil gücünü arttırmak ve sorun olan konuların tespiti için daha geniş anketlerin yapılmasını, bilimsel araştırmaların yoğunlaştırılmasını, danışmalık yapan kurum ve kuruluşların arttırılmasını, danışmanlık hizmetlerinden daha fazla yararlanılması için bilgilendirme kampanyası yapılmasını, danışmanlık hizmeti veren kişilerin kompetanslarının arttırılmasını, ortak bir dokümantasyon sisteminin oluşturulmasını ve Almanya çapında alınan mahkeme kararlarının bir bilgi bankasında toplanmasını tavsiye etmiştir.
    Son dönemde özellikle bazı politikacıların ve Alman basınının ağır eleştirilerine hedef olan Türk kökenli velilerin büyük bir bölümü, verilmeye çalışılan izlenimin tam tersine bir çatı kuruluşu olan FÖTED altında 15 yılı aşkın bir süredir yılmadan çocukları için onurlu bir gelecek için çalışmalarını sürdürmektedir.
    Amacımız çocuklarımızın okul öncesi eğitimlerinde, okullarda ve okul dışı alanlarda, gençlerimizin eğitim öğretim ve meslek öğreniminde ortaya çıkan sorunların çözümüne katkıda bulunmak, onların durumlarını iyileştirmeye çalışmak; sorunlarının çözümü için, FEDERAL, EYALET VE YEREL DÜZEYDE VELİLERİN KATILIM ve ETKİNLİKLERİNİ desteklemek ve tek çatı altında ÖRGÜTLENMELERİNİ sağlamaktır.
    Eğitim sisteminde dışlanmaları ve ayrımcılığı bir ölçüde önlemek için ne gibi değişiklikler gerektiği tarafımızdan yıllardan beri tekrarlanmaktadır.
    Çocukların dil öğrenim süreçlerini hızlandırmak için okul öncesi eğitime önem verilmeli ve en az 3 yaşından itibaren çocukların yuvaya gitme hakkı olmalı ve çocuk yuvası ücreti alınmamalıdır.
    Çocukların dördüncü veya altıncı sınıfa kadar değil, onuncu sınıfa kadar birlikte eğitim ve öğretim görmeleri ve birbirlerinden de öğrenmeleri sağlanmalıdır.
    İkinci dil olarak Almanca dersleri düzenli bir şekilde verilmelidir. Bu ders için ayrılan saatler tamamen bu amaçla kullanılmalıdır. İkinci dil olarak verilen Almanca derslerinin bu konuda özel öğrenim almış öğretmenler tarafından verilmesi sağlanmalıdır. PISA 2009 verilerine göre Almanya’ da okullarda verilen dil destekleme ek dersleri bakımından OECD ülkelerinin gerisinde kalmakta. Göçmen çocukların yoğun bulunduğu okulların sadece üçte birinde dil destekleme dersleri verilmekte. OECD ortalaması Almanya’ya göre iki kat daha fazladır.
    Çocuklarına, eğitim düzeyi veya gelir düzeyi yeterli olmadığı için yardım edemeyen velilerin bu eksiklerinin giderilmesi için acele olarak tüm okulların, giderek tamgün okullara dönüştürülmesi sağlanmalı ve katkı payları kaldırılmalıdır.
    Çocuk yuvalarının ve anaokullarının büyük bir bölümünün, çokdilli ve çokkültürlü olduğu kabul edilip; bunun gerektirdiği, anadilini de içine alan kültürlerarası eğitim anlayışı yaşama geçirilmelidir. Finlandiya ve diğer İskandinav ülkelerinde olduğu gibi, yuvalara ve anaokullarına daha fazla mali yatırım yaparak eğitimin ve eğiticilerin yetkinlikleri, kalitesi arttırılmalıdır.
    Toplumun ve okulların çok kültürlülüğü kabul edilerek, anadili Almanca olmayan çocukların anadilleri, tüm eyaletlerde haftada en az 4 ders saati Anadili Dersi olarak Okul Ders Programı içerisinde sınıf geçmeyi etkileyecek şekilde verilmeli ve öğrencinin karnesine işlenmelidir.
    İkidilli Eğitim veren okullar ve Devlet Avrupa Okulları daha yaygınlaştırılmalıdır. Anadili dersi veren öğretmenlerin kadrolarında kısıtlama yapılmamalı; aksine Türkçe dersi veren yeni genç Türk kökenli öğretmenlerin yetiştirilmesi ve atanmaları sağlanmalıdır.
    Eğitici ve öğretmen yetiştiren yüksek okul ve üniversitelerin öğrenim programlarının çok kültürlü toplumun ve çok kültürlü okulların gereklerine yanıt verecek şekilde değiştirilmesi gereklidir.
    Bu istemler bilimsel doğrulara dayandığı halde büyük partiler politik olarak bu istemleri savunmayı göze alamamaktadır. Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu olarak bir kez daha tüm eyaletlerdeki eğitim politikacılarını, eğitim sistemine kültür ve dil çoğulculuğunu yerleştirmeye ve “Irkçılığı önleme yönetmeliği’ni” (AGB) özellikle okul yasaları bağlamında uygulamaya koymaya çağırıyoruz.
   
    Kaynaklar:
    PISA Araştırmaları
    OECD Raporu, Bildungsberichte 2006, 2008, 2010
    Antidiskriminierungsreport Berlin 2006-2008/ ADNB des TBB
    Diskriminierungsfälle 2009 / Rasistische Diskriminierung in Deutschland/ AntidiskriminierungsBüro (ADB) Köln bei Öffentlichkeit gegen Gewalt e.V
    GEW Gutachten zum völkerrechtlichen Recht auf Bildung und seiner Umsetzung/ Okt.2008
    Machbarkeitsstudie:”Standardisierte Datenerhebung von Diskriminierung!?Bestandsaufnahme und Ausblick. Hrsg: ADS des Bundes