İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 18 / Ağustos-Ekim 2011

Almanya’da Yaşayıp
Türkiye Seçmeni Olmak




Ahmet ONAY



    Önce 2010 yılında Tayyip Erdoğan’ın, başbakan olmaktan daha çok AKP başkanı olarak sahne aldığı Köln-Arena şovu yapıldı. Daha sonra Şubat 2011’de Düsseldorf çıkartması gerçekleştirildi. Almanya’da yaşayan hemen herkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Alamancı”ya gösterdiği bu büyük teveccühü biraz şaşkınlıkla, biraz gülümsemeyle, biraz “umutla” karşıladı.
    Ardından başbakanın yurtdışında yaşayan Türkiye yurttaşlarının Türkiye seçimlerinde “artık oy kullanabilecekleri” açıklaması geldi. Başbakana göre, Türkiye seçim- lerinde yurtdışında yaşayan yurttaşların oy kullanabilmesi için her şey hazırdı. Böylece Köln ve Düsseldorf çıkartmalarının arka planında Türkiye yurttaşlarının oylarını almanın yattığı görülür oldu.
    YSK’ya (Yüksek Seçim Kurulu) göre, bir milyonun üzerinde seçmenin bulunduğu iller ve çıkardığı milletvekili sayıları şöyledir:
   
     
 

Seçmen Sayısı

Milletvekili Sayısı

İstanbul

8.829.393

85 milletvekili

Ankara

3.237.446

31 milletvekili

İzmir

2.794.729

26 milletvekili

Yurtdışı

2.568.977

 

Bursa

1.784.466

18 milletvekili

Adana

1.350.817

14 milletvekili

Konya

1.332.240

14 milletvekili

Antalya

1.291.676

14 milletvekili

Mersin

1.098.492

11 milletvekili


   
    Tablodan da görüldüğü gibi, yurtdışındaki seçmen sayısı, yaklaşık 25 milletvekili çıkaracak büyüklüğe sahiptir. İşte bu “potansiyel” seçmen sayısı, çoğu durumda Türkiye’nin siyasal geleceğini belirleyecek niteliktedir. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yurtdışına, özellikle de Almanya’ya yönelik “propaganda” çalışmaları böylesi bir potansiyele sahip seçmenin oylarını almayı amaç- lamıştır.
    Ancak Tayyip Erdoğan’ın Düsseldorf çıkartmasında, yurtdışındaki yurttaşların bulundukları ülkelerde oy kullanabileceklerini “müjde”lemesine karşın, YSK, “gerekli teknik ve yasal hazırlıklar tamamlanamadığı” için yurtdışındaki seçmenlerin 12 Haziran seçimlerinde eskisi gibi sadece gümrük kapılarında oy kullanabileceklerini açıkladı. Böylece AKP’nin yurtdışına yönelik olarak iki yıldır sistematik olarak yürüttüğü seçim kampanyası YSK kararıyla bir sonraki “bahar”a kaldı.
    12 Haziran seçimlerinde gümrük kapılarında kullanılan oylar, yurtdışı seçmen sayısının sadece %5’i olurken, AKP, %61,7 oy oranıyla “açık ara” önde çıkmıştır.
    Şimdi yeni bir sürece girilmektedir. Başbakan ve AKP başkanı Tayyip Erdoğan’ın YSK’nın seçim öncesinde aldığı karara gösterdiği tepki ve sonrasında “yurtdışındaki seçmenler gelecek seçimde bulundukları ülkede mutlaka oy kullanacaklar” açıklaması göz önüne alındığında, 2,5 milyon seçmeni ve yaklaşık 25 milletvekili çıkarma potansiyeliyle yurtdışındaki seçmen kitlesi Türkiye’deki siyasal partilerin belli başlı bir seçim kampanya bölgesi olacağı kesin görülmektedir.
    Burada en önemli ülke Almanya ve Almanya’da yaşayan seçmen kitlesidir. Bugüne kadar YSK, yurtdışındaki seçmen listesini, bunların ülkelere dağılımını resmen açıklamamıştır. Bu nedenle, Almanya’da yaşayan seçmenlerin sayısı tam olarak bilinmemektedir.* Yaklaşık bir hesaplamayla Almanya’da yaşayan seçmen kitlesinin 1,5 milyon civarında olduğunu söylemek pek yanlış olmayacaktır.
    İşte bu 1,5 milyonluk seçmen kitlesi, yaklaşık olarak 15-16 milletvekilini belirleyecektir. Bu da Almanya’ya yönelik ve Almanya’da yoğun bir seçim kampanyasının yürütüleceğinin kesin ifadesidir.
    Sorun, siyasal partilerin Almanya’daki seçmene yönelik seçim çalışmaları değildir. Ana sorun, bu çalışmaları yürütecek potansiyel olanaklar ve ilişkilerdir. Doğal olarak olanakları ve ilişkileri daha yoğun ve daha örgütlü olan siyasal partiler, Almanya’daki seçmen kitlenin oy tercihinde etkin bir unsur olarak ortaya çıkacaklardır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye seçimlerinde oy kullanacak seçmenler üzerinde etkili olan ya da olacak olan “sivil toplum kuruluşları” seçimin kaderini belirleyebilecektir.
    Bugün açıkça görüldüğü gibi, özellikle Almanya’da en örgütlü ve en geniş olanağa sahip kesimler “cemaatler” (Milli Görüş vb.), “tarikatlar” ve doğrudan hükümetin denetiminde olan Diyanet İşleri’ne bağlı DİTİB’tir (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği).
    Berlin Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşaviri Prof. Dr. Ali Dere’nin, 16 Şubat’ta Almanya’daki 13 konsolosluğun din hizmetleri ataşelerine “Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya ziyareti” nedeniyle gönderdiği bilgi notu bu açıdan çok dikkat çekicidir. Büyükelçiliğin Din Hizmetleri Müşaviri, Tayyip Erdoğan’ın 27 Şubat 2011 tarihinde Düsseldorf’ta yapacağı toplantıya ilişkin olarak bu bilgi notunda şunları yazmaktadır:
    “Bu müstesna toplantıya katılmak isteyenlerin yoğunluğu karşısında, salonun kapasitesinin dolup insanımızın istenmeyen mağduriyetle karşılaşmaması için bir dizi organize tedbirler alınmıştır.
    Bu çalışmalarda ataşeliklerimiz, eyalet birliklerimizle, din görevlilerimizle ve dernek yöneticilerimizle yakın iletişim içinde olacak, ancak görünümde eyalet birlikleri ve dernekler ön planda olacaktır. Bu itibarla 18 ve 25 Şubat tarihli her iki cuma hutbesi sonrasında din görevlilerimiz Sayın Başbakanımızın söz konusu programını ekteki met- ni okuyarak duyuracak, bu programa katılmak isteyenlerin detaylı bilgiyi dernek yönetimlerinden ve broşürlerden alabileceklerini ilan edecektir. Bu toplantının Düsseldorf’ta gerçekleşeceği dikkate alındığında öncelik buraya yakın Kuzey Ren Vestfalya DİTİB Dernekleri’nin katılımının daha kolay ve organize edilebilir olduğu düşünülmektedir. İlgili derneklerin gençlik kolları, kadın kolları ve derneklerimizde din eğitimi gören gençlerin bu anlamlı etkinliğe katılmalarının temini kendileri için ayrı bir motivasyon ve tarihi anı olacaktır.” (Bkz. Die Gaste, Sayı: 16, Yalçın Bayer’in Hürriyet gazetesinde çıkan haberi.)

    Ve yine aynı bilgi notunda Almanya’daki DİTİB’e bağlı camilerde okunacak Cuma hutbesinin metnine de yer verilmiştir.
    Bu, kesin ve açık biçimde dinin siyasete alet edilmesidir. Ancak söz konusu olan seçimler ve iktidar olunca, din gibi kutsal bir inanç sistemi bile siyasete kaygısızca araç haline getirilebilmektedir.
    Öte yandan Tayyip Erdoğan’ın başbakan sıfatıyla yaptığı Düsseldorf çıkartması, bir yandan devlet olanakları kullanılarak organize edilirken, diğer yandan camiler, dernekler ve bunların gençlik ve kadın kolları seferber edilmiştir.
    Şubat ayında yaşanılan bu olay, Almanya’da seçim kampanyalarının nasıl ve kimler tarafından yürütüleceğini de açıkça ortaya koymaktadır.
    Bunların yanında Alman siyasal yönetiminin Türkiye seçimlerine yönelik propaganda çalışmalarının yönelimleri ve sonuçları konusunda ciddi kaygı ve endişeleri bulunmaktadır. Bugüne kadar Almanya’nın Türkiye yurttaşlarının sadece konsolosluklar bünyesinde oy kullanmasına bile karşı çıkışında bu kaygı ve endişeler belirleyici yere sahip olmuştur. Bu kaygı ve endişenin temelinde ise, seçim kampanyalarının Türkiye yurttaşlarını siyasallaştıracağı ve siyasal çatışmalara neden olabileceği düşüncesi yatmaktadır.
    Ancak aynı Alman siyasal yönetimi, artan oranda dini cemaatleri öne çıkartan ve bunlara resmi düzeyde onay veren tutumuyla “cemaat”lerin ve DİTİB’in Türkiye yurttaşları üzerindeki gücünü ve egemenliğini güçlendirmektedirler. Dolayısıyla da seçmenler üzerinde etkin bir gücün oluşmasının ortamını hazırlamışlardır. Bir başka ifadeyle, Alman siyasal yönetimi, Almanya’da yaşayan Türkiye yurttaşlarını “dini azınlık topluluğu” haline dönüşmesinden fazlaca rahatsız değillerdir. Bu da, Türkiye yurttaşları arasında “milliyetçi” ya da “ulusalcı” bir yönelimin daha büyük “zarara” yol açacağı düşüncesine paralelliğe düşmektedir. Bir bakıma, Alman siyasal yönetiminin, Almanya’da “potansiyel” bir “ulusal azınlık sorunu” ortaya çıkması olasılığı karşısında “müslüman azınlık sorunu”nu yeğleme eğiliminde olduğunun işaretidir. (Ve her zaman olduğu gibi, bunun arka planında 1980 öncesindeki “sağ-sol çatışması”-nın Almanya’ya yansımasını önleme kaygısı da bulunmaktadır.)
    Tüm bu gelişmelerin ve eğilimlerin ortasında, seçme ve seçilme hakkının demokratik bir hak olduğunu ve insanların tam demokratik bir ortamda özgür iradeleriyle siyasal tercihlerini belirlemeleri gerektiğini düşünen insanların şüphesiz yapmaları gereken çok şey olacaktır. Almanya’- da yaşayan Türkiye yurttaşlarının ve Türkiye kökenlilerin, eğitim ve dil sorunları dahi çözülememişken, “entegrasyon” konusunda kesin ve belirgin bir tanımlaması bile yapılamamışken, işsizlik vb. ekonomik sorunlar devasa boyutlara ulaşırken, yerel düzeyde bile Almanya’daki siyasal yönetime katılım kanalları açılamamışken, feodal toplumsal ve kültürel değerler varlığını sürdürürken, yurttaşı oldukları kendi ülkelerinin siyasal yönetimini belirleyecek seçimlerde oylarını özgür iradeleriyle kullanma sorunu, hiç şüphesiz yeni ve “extra” bir sorun durumundadır. Ama unutulmamalıdır ki, 50 yıllık göç tarihinin gösterdiği gibi, yurtdışında, özellikle de Almanya’da çalışan “Türkiyeli göçmen toplumu”nun sorunları, her zaman ülkedeki siyasal yöneticiler tarafından kulak ardı edilmiş ve yalın bir “döviz kapısı” olarak görülmüştür.
    Bu açıdan bakıldığında, Türkiye seçimlerinde Almanya’da oy kullanma olanağının ortaya çıkması, belki de 50 yıllık göç tarihinde “Alamancı” için yeni bir yönelimin biçimlendirilmesi için bir fırsat yaratacaktır. Bu fırsatın, devlet ve “cemaat” olanaklarının kullanılarak heba edilmesinin önüne geçilmesi için, bugünden yarına herkesin çaba göstermesi bir yurttaşlık görevi haline gelmektedir.
    Bu çabaların gösterilmesi yanında, Die Gaste başta olmak üzere tüm Türkçe yerel yayınların bu çabalara katkıda bulunmasını gönülden istiyoruz.
    Bu konuda dikkat çekmek istediğimiz son nokta, bazı çevrelerin ve bireylerin kendi “ikballeri” için, milletvekili olabilmek için girebilecekleri siyaset cambazlığıdır. Unutulmamalıdır ki, siyaset cambazlarına karşı, açık ve net bir tutum almak seçme ve seçilme hakkının yozlaştırılmaması için mutlak bir gerekliliktir.