İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 23 / Mayıs-Temmuz 2012

“Pırıl Pırıl Gençler”
Efsanesi


Ozan DAĞHAN


Özellikle Almanya’da, Türkiyeli göçmen toplumu için, gençler için çok şey yapılıyor izlenimi verilmesine karşın (yukarda açıkladığımız bağlamda) hiçbir şey yapılmamaktadır. “Türklerin 62 bin işyeri” olduğu ve buralarda “650.000 kişinin istihdam edildiği”ne ilişkin kaba sayılamalar, bir noktadan sonra “pırıl pırıl gençler” söylemine dönüşmektedir. Üç-beş yüz eğitim görmüş ailenin çocuklarından yola çıkarak geliştirilen “pırıl pırıl gençler” söylemi, somut gerçeklikte, %60’ının ortaokul diplomasına bile sahip olmadığı, %50’sinin işsiz olduğu olgusunu gizlemeye hizmet etmektedir. Tıpkı hiçbir etkinliği olmayan, çokluk “kahvehane”den başka bir işleve sahip olmayan binlerce “dernek”in (isterseniz bunlara “sivil toplum kuruluşu” da diyebilirsiniz!) varlığı gibi.
    Dilden dile, kulaktan kulağa, ağızdan ağza yayılıyor..! Kulakları çınlatıyor, yürekleri coşturuyor, gözleri güldürüyor, akıllara durgunluk veriyor..! Anlatanla dinleyen, anlayanla anlamayan, duyanla duymayan, uyduranla bilmeyen, bilinçli bilinçsiz herkes hemfikir! Peki neyin nesidir bu? Bu bir efsane! Efsanenin adı, Almanya’da doğan ve büyüyen göçmen gençlerin “Pırıl Pırıl Gençler” olduğudur.
    Günümüzün klişelerinden biri haline gelen “pırıl pırıl gençler”, ilk bakışta masum görünse de, sürekli yinelenmesi Türkiyeli göçmen gençler için yapılan genel ya da diğer benzetmelerden farklı değildir. Bu durumda ilk akla gelen soru, “pırıl pırıl”dan tam olarak ne kastedildiğidir.
    Sözlüklerde “pırıl pırıl” sözcüğünün birinci anlamı, “çok parlak, çok ışıklı” olarak yer alıyor; bu anlamda Türkiyeli gençleri son derece parlak ve aydınlık bir geleceğin beklediği sonucu çıkartılabilir. İkinci anlamı olan “çok temiz”den ise, her türlü kötülükten arınmış genç bireylerden söz edinilebilinir. Sözcüğün üçüncü anlamı da, “eksiksiz”, yani ilgili, duyarlı, bilinçli, çağdaş, düşünceli, ileriyi gören vb. gibi, kısacası dört dörtlük bir gençlikten söz edebiliriz. “Gençlik” sözcüğü ise, “insan hayatının ortalama olarak on altı ile yirmi beş yaşları arasına rastlayan dönemi, gençlerden oluşan topluluk” anlamını taşıyor. Bu anlam ve çıkarsama örneklemeleri olumlu veya olumsuz şekliyle çoğaltılabilinir.
    Toplumsal ölçekte genel olarak “gençler” söz konusu olduğunda; yaşananlara duyarlı, bilinçli, kendine güvenen, çağdaş düşünce yetisiyle ileriyi görebilen, nezaket kurallarını bilen ve uyan, sosyal ve kültürel bakımdan kendini geliştiren, erdemli, coşkulu, gözleri çakmak çakmak parlayan ve dolayısıyla gelecek vaat eden, bir başka deyişle “vatana millete hayırlı insan” niteliğinde genç bireyler topluluğundan bahsediyoruz. Türkiyeli “göçmen gençler” söz konusu olduğunda ise, tüm bu özelliklerin yanına “her iki dili de iyi bilen” niteliği eklenmektedir.
    Burada önemli olan, bu benzetmenin gerçekle çelişkisi ve bu söylemi şiar edinenlerin pragmatist anlayışının sorgulanması ve herhangi bir çarpıtmaya ödün vermeden, olgunun net olarak tanımlanmasıdır.

        “Çocuklar ve gençler, inisiyatif gücü, kendine güven ve cesaret gibi öznel özelliklerini geliştirdikçe, reşit olma potansiyellerini denetlerler. Bu beklentilerin inşası ancak, yetişmekte olana içinde dolaysız ilişkide bulunduğu kişilerle tartışabilecekleri bir ortam sağlayan bir çerçeve sunulduğu oranda mümkün olacaktır.”1

    Bir başka deyişle, “pırıl pırıl gençler”in oluşabilmesi ve gerçekleşebilmesi için gereken olanakları sağlamadan ya da bu doğrultuda çaba göstermeden, bir taraftan gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece ve sadece o günü kurtarmak ve o anın verdiği coşkuyla gençlerin duygularına hitap etmek, diğer taraftan onları yapay bir düzlemde göklere yükseltmek, köse adamın sakalını okşamasına benzer.
    “Böyle gelmiş böyle gider” düşüncesinin bir başka sürümü yıllardır bilinçsizce dile getirilen “burası Almanya, Türkçeyi öğrenip de ne yapacaksın!” sözünde ifadesini bulur. Durumdan vazife çıkaranlar ve müttefikleri hazır ve nazırdırlar. Onlar, “pırıl pırıl gençler”in gerçekliğine değil söylemine yaslanırlar ve bu söylem sahiplerinin yanında yer almakta duraksamazlar. Dünün mülti-kültürcüleri, bugünün “yönetici kültür”cüleri olmuşlardır. Türkçe için, anadili öğrenimi için çaba gösteren insanların karşısına çıktıklarında, umursamaz bir biçimde, konjonktürel değişimden, yeni yasalardan, katılımdan, katkıdan söz ederek, “yeni”ye uyumlandırılmış halleriyle ve yeni “renkleriyle” dikkat çekerler. “Pırıl pırıl gençler” de bu kişilerin yarattığı bir efsanedir. “Yaptığımız iyilikler, ceza görmeden kötülük yapabilmemiz içindir. Başkalarına karşı maske taşımaya o kadar alışmışızdır ki, sonunda kendimiz bile gerçek yüzümüzü unuturuz.”2
    Bu anlayışın genel özelliği “bilgiç” bir tavırla, her türlü konuda görüş bildirmesidir; “…’o sözcükte anlatılmak istenen şey o kadar basit ki, ne demek olduğu üzerinde konuşmaya bile değmez’ şeklinde bir havaları oluyor”.3 Oysa Sokrates “İyi konuşup konuşmadığımın ne önemi var? Söylediklerimin doğru olup olmadığına bakın sadece. Konuşmacının asıl erdemi doğruyu söylemekse, hâkimin erdemi de, söyleyişe değil, söylenendeki doğruya bakmaktır”4 sözleriyle “bilgiç”leri, bilginin ve tarihin gerisinde bırakmıştır. Aristo’nun deyimiyle, bu “hayali bilge”lerin göçmen gençlere yaklaşımları da bu doğrultuda gelişir.
    Bu nedenle, “büyük umutlar” yaratarak, Türkiyeli göçmen gençlerin varolan sorunlar karşısındaki tutumlarını edilgenleştirerek, siyasal ve toplumsal olaylara ilişkin düşüncelerini yanlış yönlendirerek bir yere varılamayacağı açıktır. Dolayısıyla, somut bugünün genç insanlarından geleceğin genç insanlarıymış gibi söz etmek, insanların yaşlanmadığına inanan bu anlayışın çarpıklığını gösterir. İşte “bilgelik” ile “bilgiçlik” arasındaki fark da buradadır. Oysa ki, asıl sorun, bugünün Türkiyeli göçmen gençlerin, bugün ve gelecekte ortaya çıkacak her türlü gelişme ve soruna karşı hazır hale gelmesi için bugünden gerekli olan tüm koşulların yaratılması sorunudur.

        “İnsan bir öğrenilmişler bütünüdür. Bazı istemsiz kas faaliyetleri dışında fiziksel, düşünsel (zihinsel), toplumsal gelişimi tümüyle öğrenilmiştir; diğer bir deyişle gelişim öğrenmeyi gerektirir. İnsan, öğrendiği kadar gelişir, öğrenmesi engellenirse, gelişimi de engellenmiş olur.”5

    Özellikle Almanya’da, Türkiyeli göçmen toplumu için, gençler için çok şey yapılıyor izlenimi verilmesine karşın (yukarda açıkladığımız bağlamda) hiçbir şey yapılmamaktadır. “Türklerin 62 bin işyeri” olduğu ve buralarda “650.000 kişinin istihdam edildiği”ne ilişkin kaba sayılamalar, bir noktadan sonra “pırıl pırıl gençler” söylemine dönüşmektedir. Üç-beş yüz eğitim görmüş ailenin çocuklarından yola çıkarak geliştirilen “pırıl pırıl gençler” söylemi, somut gerçeklikte, %60’ının ortaokul diplomasına bile sahip olmadığı, %50’sinin işsiz olduğu olgusunu gizlemeye hizmet etmektedir. Tıpkı hiçbir etkinliği olmayan, çokluk “kahvehane”den başka bir işleve sahip olmayan binlerce “dernek”in (isterseniz bunlara “sivil toplum kuruluşu” da diyebilirsiniz!) varlığı gibi.
    Gerçekte, “pırıl pırıl gençler” üretilmiş bir söylemden başka bir şey değildir. Kırsal kökenli Türkiyeli göçmenlerin “para biriktirmecilik”ten kaynaklanan toplumsal ve siyasal olarak gelişmemişliği karşısında “pırıl pırıl gençler” söylemi geliştirilmiştir. “Bakmayın siz o Alamancı tiplerine, içlerinde parlak geleceğe sahip, iki dili de anadili gibi bilen gençler var” denilmek istenmektedir.
    Şüphesiz, tekil olarak böyle göçmen gençler vardır. Ancak bunlar, ya Alman elemeci eğitim sistemi içinde kendilerine yer bulabilen eğitim görmüş ailelerin çocuklarıdırlar ya da bireysel çabalarla ve “Almanlaşarak” kendilerine yer açabilmiş gençlerdir. “Ezici çoğunluk”, işsiz, diplomasız ve sosyal yardım yollarını sonuna kadar kullanarak ayakta durmaya çalışan göçmen gençlerden oluşmaktadır. Onlar, o “kaba-saba Alamancı” çocuklarıdırlar ve hiç de “pırıl pırıl gençler” kategorisinde sayılmamaktadırlar. Asıl sorun onlardır, tüm dikkatlerin ve çabaların yoğunlaştırılması gerekenler de onlardır.
    Bugün, “gençliğin” sorunlarının çözümü için atılan her adımın, gösterilen tüm duyarlılığın, verilen tüm özverinin, gelecekte her iki dili de çok iyi bilen gençlerin “pırıl pırıl düşüncesine” “ışık olmuş insanlar” olarak atıfta bulunacaklarından emin olabiliriz. Öyleyse, Bertolt Brecht’in sözüyle, “Bizim alışkanlıklarımızı çizmelisiniz. Yüzyıllar boyunca resmini çizdiklerinizin alışkanlıklarını çizdiniz. Son modanız kendi alışkanlıklarınızı çizmekti. Size tavsiyem: Resimlerinize bakmak zorunda olanların alışkanlıklarını çiziniz.”
   
   
     
    Dipnotlar:
    1 Prof. Dr. Armin Bernhard, “İnternetin Anonim Kullanımı Sayesinde Medeni Cesaretin Yok Edilmesi”, Die Gaste, Sayı: 9, Sayfa 13, Eylül-Kasım 2009.
    2 Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s. 211.
    3 Tolstoy, Sanat Nedir?, s. 16.
    4 Platon, Sokrates’in Savunması, s. 8.
    5 Engin Kunter, “İnsan, Bir Öğrenilmişler Bütünüdür”, Die Gaste, Sayı: 1, Mayıs 2008.