|
|
Die Gaste, SAYI: 26 / Mart-Nisan 2013
|
Ebeveynler Okul Öncesi Dönemde İkidilli Çocukların Dilsel Gelişimini Nasıl Destekleyebilir?
[Vor der Schule – wie Eltern die Sprachentwicklung bilingualer Kinder unterstützen können]
Prof. Dr. phil. Johannes MAND
(Bochum Protestan Meslek Yüksekokulu Rheinland-Westfalen-Lippe)
Göç geçmişi olan birçok ailede durum şöyledir: Çocuklar doğar. Şefkatli bir çevrede büyürler. Ve gün gelir okul dönemi başlar. Sorun: Okulda (neredeyse) tüm çocuklar, en azından çocukların büyük bir bölümü, farklı bir dil konuşmakta, öğretmen ise kesinlikle farklı bir dil kullanmaktadır. Ve herkes şunu iyi biliyor: Göç geçmişine sahip çocuklar okulda zor durumlarla karşı karşıyadır. Çocuklarının gelecekte okulda sorunlarla karşılaşacakları korkusu birçok ebeveyni garip şeyler yapmaya sevk ediyor. Örneğin bir kısmı ev ortamında çoğunluk dilinde konuşmaya çalışıyor.
Göç geçmişi olan birçok ailede durum şöyledir: Çocuklar doğar. Şefkatli bir çevrede büyürler. Ve gün gelir okul dönemi başlar. Sorun: Okulda (neredeyse) tüm çocuklar, en azından çocukların büyük bir bölümü, farklı bir dil konuşmakta, öğretmen ise kesinlikle farklı bir dil kullanmaktadır. Ve herkes şunu iyi biliyor: Göç geçmişine sahip çocuklar okulda zor durumlarla karşı karşıyadır. Çocuklarının gelecekte okulda sorunlarla karşılaşacakları korkusu birçok ebeveyni garip şeyler yapmaya sevk ediyor. Örneğin bir kısmı ev ortamında çoğunluk dilinde konuşmaya çalışıyor. Bu ebeveynler şunu düşünüyor: Çocuğum gün geldiğinde gereksiz yere okulda sorun yaşamasın. Bir başka kesim çocuklarının gerek sözlü dil kullanımında gerekse de okuma ve yazma alanında her iki dilde iyi bir düzeyde olmalarını istiyor. Ve bu nedenle evde yalnızca anadillerini konuşuyor.
Göç geçmişine sahip ebeveynlerin anadillerine tutunmalarını anlamak mümkün. Elbette insanların iki dil arasında, ebeveynlerinin dilinde ve artık yeni yurtları olan toplumun konuştuğu dilde hareket edebilmeleri fevkaladedir. Ancak şöyle bir sorun var: İkidilli okuma ve yazma hedefine çocukların yalnızca küçük bir bölümü ulaşmaktadır. Dilsel marjinalleşme daha sık rastlanan bir durumdur. Bu çocuklar Almancayı iyi bilmiyor ve kimi zaman Türkçeyi de doğru konuşamıyorlar. Okulda sorun yaşıyorlar. Ve çoğu durumda ebeveyn- ler oldukça çaba göstermiş olmalarına rağmen bu sorunlar ortaya çıkıyor.
Doğru adımlar atılmasında bu kadar zorluklarla karşılaşılması, belki de araştırma boyutlarının artan oranda karışık hale gelmesinin bir sonucudur. İkidillilik araştırmaları artık yalnızca az sayıda uzmanın içinden çıkabildiği bir alana dönüşmüştür. Az ya da çok güvenilir olan tek şey şudur: İkidilli çocukların okuma-yazma gelişimi çok karmaşık bir olaydır. Basit tanımlamaların saptanması son derece zordur. Üstüne üstlük birçok bilimsel yayının okunması, istatistik konusunda derin bir bilgi gerektirmektedir ve bu bilgiye kimler sahip ki? Bu nedenle birçok ebeveyn ve nitekim birçok öğretmen, çığ gibi büyüyen araştırma bulgularıyla çaresiz başbaşa kalmışlardır.
Örneğin sonuçların yorumlanması sorun yaratmakta. İletişim dili olarak Almanca ile (bir diğer ifadeyle evde konuşulan dil) okul başarısı arasında varolan önemli bir ilişkiden söz edilmektedir örneğin. Çoğu kişi bunun üzerine şöyle düşünmektedir: Sonuçlar nedensel bir bağıntıya işaret ediyor. Örneğin şu şekilde: Evde Almanca konuşulması çocukların okul başarımlarının iyileşmesine yol açıyor. Ve belki de şöyle bir bağlantıya işaret ediyor: Kim çocukların okul başarılarını iyileştirmek istiyorsa, evde Almanca konuşmalıdır. Bu kulağa mantıklı geliyor, ancak genelde yanlıştır.
Günümüzde ise bir babanın göç alan ülkenin yemek türlerini yiyip yemediği sorusunun dahi bir önemi olduğu bilinmektedir. Patatese karşı olunduğundan değil ya da araştırmacıların tanımlamaları açısından son derece yararlı olduklarını belirledikleri herhangi bir yemek türü de söz konusu değil. Ancak sorun –istatistiksel olarak- Türk ailelerde babalar için bir patates diyeti önerilmesinde kullanılan sığ nedenlerle, Almancanın iletişim dili olarak devreye girmesinin önerilme nedenleri arasında bir fark olmamasıdır. Muhtemelen bulguları şu şekilde okumak gerekiyor: Ebeveynlerin eğitimli olduğu, evlerinde yüzlerce kitap bulunan aileler, bu ailelerin çoğu durumda iletişim dili Almancadır ve çocukları da okulda daha sık başarılı olmaktadır. Yoksul, düşük mezuniyetlere ve sınırlı Almanca bilgisine sahip ve evlerinde az sayıda kitap bulunan ebeveynler evde daha sık Türkçe konuşuyor ve çocukları da Alman eğitim sisteminde daha az başarılı oluyor. Öyleyse bu durum, yoksul ailelerin, çocuklarının okul başarımlarını iyileştirmek üzere evde yetersiz bir Almanca konuşmalarını pek de olumlayan bir durum değildir. Bu tür bağıntıların asıl sorunu ise: Hangi faktörün gerçek anlamda etkili olduğu neredeyse hiç bilinememektedir.
Bu ilk bakışta sanki biraz iç karartıcıdır. Ancak ilginç olan şey, zengin, güzel ve eğitimli kesime ait olunmaması durumunda hiçbir şey yapılamayacağının burada kesinlikle ifade ediliyor olmamasıdır. İlkece göç geçmişi bulunan ebeveynlerin ilkin hangi seçenekleri olduğunu saptamaları gerekmektedir. Yakın çevrede Türkçe konuşulan bir çocuk yuvası bulunuyor mu? Ve: Çocukların yuvadan sonra, en azından birkaç yıl boyunca derslerin büyük bir bölümünün Türkçe gerçekleşeceği bir okula geçiş yapmaları olanaklı mı? Çocuklar bu okulda yalnızca Türkçe okuma ve yazmayı öğrenmekle kalmayıp, bunun dışında başka dersler de çocukların kendi anadillerinde gerçekleşiyor mu? Eğer durum böyle ise ve ancak ve ancak durum gerçekten de böyle ise, o zaman dil desteğinin önce ilkdile odaklanmasının bir anlamı olur. Çünkü: İkidillilik görüşünü savunanlar, ikinci dilin öğrenilmesine başlanmadan önce, nispeten daha sık ilkdilin erken ve kapsamlı olarak desteklenmesi gerektiği noktasından hareket ediyorlar.
Öte yandan çocuğunun pekala anadilinde okuma ve yazmayı öğrenemeyeceğini, yakın çevrede ikidilli çocuklar için kapsamlı olanaklar sunan bir çocuk yuvası ve bir okul bulunmadığını bilen bir kimse başka yollara başvurmalıdır. Hedef ilk olarak şudur: Benim çocuğum okula başlayacağı döneme kadar, çoğunluk dilinde olası en iyi bilgi düzeyine erişmeli. Örneğin ikidililik araştırmacıları Silven ve Rubinov, ikidilli çocukların, ikinci dille ne kadar erken ve kapsamlı bir temasa geçerlerse, bu dildeki becerilerinin de o kadar iyi gelişeceğini saptamışlardır. Bu konumda bulunan ebeveynler, çocuklarının olası en erken yaşta ve günlük olarak uzun bir zaman dilimini kapsayacak şekilde çocuk yuvalarına gönderilmesi gerektiğinin bilincinde olmalılar. Örneğin bakıcıların fonolojik farkındalığın desteklenmesi amacıyla yürütülen alıştırma programları hakkında bilgi vermeleri yararlı olur. Çünkü fonolojik farkındalığın (bir diğer ifadeyle sesleri konuşulan dilden isole ederek algılayabilme becerisi), gelecekteki okuma ve yazma gelişimi açısından önemli bir zemin oluşturacağı açıkça bilinmektedir. Bunun alıştırması yapılabilir, ikidilli çocuklar için de, hem de çok iyi yapılabilir.
Salık verilen ikinci konu çocukların toplumsal çevreleriyle ilintilidir. Göç geçmişi olan bazı ebeveynler, göçmen ailelerin yoğun olarak yerleştiği semtlerde oturmakta, örneğin Türk marketi sayısının Alman marketlerden daha fazla olduğu, yetişkinlerin ve komşuluk ilişkilerinde nere- deyse tüm çocukların Türkçe konuştuğu semtlerde yaşamaktadır. Böyle bir çevre ebeveynler için rahat ve çocukların Türkçe bilgisi açısından iyi olabilir. Ancak çocukların bu çevrelerde, Almanca konuşulan bir okuldaki derslere iyi hazırlanması pek de beklenemez. Göç geçmişine sahip birçok ebeveyn açısından yakın çevrede bir çocuk yuvası ve okul bulunuyor olması, konut arayışında belirleyici bir ölçüttür. İkidilli çocuk oranının yüksek olması genelde bir sorun olarak görülmekte. Yabancı düşmanlığı izlenimi veriyor, ancak çok somut nedenleri var. Her ne kadar kulağa garip gelse de: Özellikle göç geçmişi olan ebeveynler açısından ikidilli eğitim birimlerine erişilememesi durumunda, çok sayıda ikidilli çocuğun ders görmediği çocuk yuvası ve okullara erişim önem kazanmakta. Çünkü anadilleri Almanca olanların dil modeli oluşturması onlar açısından son derece önemli.
Resimli kitaplara bakmak ve gelecekte –Almancada- çocuk kitapları okumanın iyi bir şey olduğunu, üçüncü bir tavsiye olarak araştırma düzlemlerinden çıkarsamak mümkün. Çocuklara kitap okunması sözcük dağarcığını genişletir. Ve iyi bir sözcük dağarcığı okuma ve yazmanın öğrenilmesinde önemlidir. Öyleyse çocuklara kitap okunması gerçekten de çok önemli bir konudur. Eğer ebeveynlerin dilsel bilgileri yeterli değilse, o zaman komşular, teyze/hala ya da amcalar/dayılar yardım etmek zorunda. Bu noktada da erken başlanmasının zorunlu olduğu (bir başka ifadeyle çocuk bir yaşındayken basit resimli kitaplarla başlanması), çocuklara düzenli olarak kitap okunması gerektiği ve çocukların gelecekte kendi kitaplarını kütüphaneden ya da kitapçıdan seçmeleri gerektiği çok açıktır. Elbette bu tatsız, zorunlu bir alıştırma değil, tersine insanın kendi çocuklarıyla geçirdiği keyifli bir zaman olmalıdır. Çünkü çocuklar henüz okumayı öğrenmeden önce, kitapların güzel bir şey olduğunu öğrenmeliler. Eğer çevrede çocuklara kitap okuyabilen hiç kimse yoksa, çocuklar için hazırlanmış sesli kitaplardan yararlanılabilir. Burada geçerli olan: Çocukların tek başlarına odada kaset dinlemesine olanak sağlanması değildir. Sesli kitapların birlikte tadına varılmalıdır!
Geriye ne kalıyor? İkidillilik iyi bir olay. Çocuklarını ikidilli bir çocuk yuvasına gönderme olanağı bulunan herkes bunu mutlaka yapmalı. Ancak şöyle bir sorun var: İkidilli desteğin avantajları henüz Avrupa’nın göç alan ülkelerinin eğitim kurumlarında tartışılmaya başlanmadı. Gerçekten uygun ikidilli destek olanakları çok enderdir. Böylece birçok ebeveynin ikidillilik ve tekdillilik arasında bir seçim yapma olasılığı aslında bulunmuyor. Aksine göç geçmişi bulunan ebeveynler, aslında çocuklarının yalnızca çoğunluk dilini iyi bilip bilmemeleri yönünde bir seçim yapma olanağına sahip. Bu üzücü, ancak kısa vadede değiştirilmesi zor. Peki birkaç yıl içerisinde okula başlayacak bir çocuğunuz varsa, siz hangi seçimi yapardınız?
|
|
|
|