|
|
Die Gaste, SAYI: 29 / Kasım-Aralık 2013
|
“Eğitim” Yoluyla Demokrasisizleştirme1
[Entdemokratisierung durch „Bildung“]
PD Dr. Eva BORST (Mainz Üniversitesi)
Bir toplum, ancak parti politikası hesaplarından bağımsız olarak bireysel ve parlamento dışı grupların ve de toplumsal hareketlerin seslerini duyurmasını sağladığında ve onların istemlerini önemsediğinde demokratik bir toplum sayılabilir. Kendini lobicilik yaparak tüketmeyen bir politikanın demokratik ilkesi, entelektüel, yaratıcı, dahası eleştirel olan bilincin desteklenmesi, onlara sınırlandırma olmaksızın gelişebileceği bir alan oluşturmak olmalıdır.
Eğitim yoluyla toplumun demokrasisizleştirilmesinin hızlandırıldığını iddia etmek alay etmek gibi görünebilir, nitekim eğitimden beklenen tam tersi etkiyi yaratmaktır. Demokrasi ve eğitim kökenleri itibariyle birbirine bağlıdır. Eğitim kavramı olgunluğu ve otoriter yapıları saptama ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına özerk bir şekilde karşı çıkma yeteneğine yoğunlaşır. Olgunluk gerçek yaşam ve iş koşullarıyla daima eleştirel bir ilişkiye geçilmesini gerektirir. Bu, eğitimin, özgürlük boyutları sürekli sorgulanması gereken verili koşulların karşıtı olduğunu ifade eder.
Özne eğitim aracılığıyla kendi özünü bulma ve dünyayla olabildiğince ayrıntılandırılmış bir biçimde ilgilenme olanağı kazanır. Bu son derece ilkesel anlamıyla yaşayan demokrasi, kendi çıkarlarını özgüvenle savunmak ve azınlıklar ve de ayrımcılık gören gruplarla dayanışmaya girmek üzere eğitimi insani eyleme taşıyan girişimci insanlara gereksinim duyar. Siyaset, egemenliğin sahibine, yani bizlere ortak karar verme hakkımızı güçlendirme olanağı sunan koşulların yaratıcısı bir demokrasinin gelişiminden sorumludur. Siyaset demokrasinin biçimsel çerçevesini, birbirini karşılıklı şartlandıran özgürlük ve adaleti temin etmek üzere yapılandırmalıdır ve siyaset, hangi tarzda gerçekleşiyor olursa olsun kamuoyu tartışmalarının demokratik birlikteliğin gerçekleşmesinde yapılandırıcı nitelik taşıdığını kabul etmek zorundadır. Bu kırılgan denge kontrolden çıktığında, bu, tek başına salt toplumsal demokrasinin tehlikeye girmesi değildir, aynı zamanda toplumsal barışı da kalıcı olarak tehdit etmektedir. Siyasetin görevi kısmi çıkarları reddetmek ve eleştirel itirazlara açık olmaktır. Nitekim özgürlük ve adalet ancak eleştirel diyalog kültürü demokratik eylemin paradigmasına dönüştüğünde hayata geçer.
Sözü edilen sinizm, elbette eğitim kavramının değil, aksine siyasette ve ekonomide eğitim üzerine düşünme ve konuşma tarzının temelinde yatmamaktadır. Kendini ekonominin hizmetine koşan ve eğitimi taşımadığı hedeflere alet eden bir eğitim politikası, bu tutumla eğilimsel olarak demokratik meşruiyete sahip bir topluma karşı karar aldığının bilincinde olmak zorundadır. Bir toplum, ancak parti politikası hesaplarından bağımsız olarak bireysel ve parlamento dışı grupların ve de toplumsal hareketlerin seslerini duyurmasını sağladığında ve onların istemlerini önemsediğinde demokratik bir toplum sayılabilir. Kendini lobicilik yaparak tüketmeyen bir politikanın demokratik ilkesi, entelektüel, yaratıcı, dahası eleştirel olan bilincin desteklenmesi, onlara sınırlandırma olmaksızın gelişebileceği bir alan oluşturmak olmalıdır. Ancak bunun tam tersi geçerlidir.
Ne yazık ki eğitimin yetişmekte olan insanları pazar mekanizmalarına uyumlandırmak ve onları iş piyasasına olabildiğince uygun kılarak entegre etmek amacıyla değerlendirilebilirliğine, kullanılabilirliğine ve verimliliğine indirgendiğini saptamaktayız. Düşüncedeki ders ve ders hakkında düşünme rekabete kurban edilmektedir. Çocuk ve gençler en iyi mevkilere erişmek için rakip olarak birbirleriyle sürekli rekabete geçmeye zamanında alıştırılmaktadır. Bu rekabetçi tutum, çoğu kez parasal ikramiye ve güneşin altında bir yer edinme sözüyle bağlantılı ödül vaatleriyle tatlandırılmakta ve kızıştırılmaktadır.
Kendi deneyimlerim ve muhtemelen pekçok meslektaşımın deneyimleri de göstermektedir ki, siyasetçilerin eleştirel itirazlara pek ya da hiç açık olmadığıdır. Onlar, uluslararası rekabetten geri çekilmekte ve okul, yüksekokul ve üniversiteler arasındaki işbirliğinin daha fazla derinleştirilmesi durumunda herşeyin yolunda olacağını teklin ediyorlar. Temel demokratik oyunun kurallarına dayanan ve adaleti savunan toplumsal bir yapıda insanileştirmek için eğitim unutulmaya yüz tutmuş gözükmektedir. Bununla birlikte rekabet içerisinde ve rekabet aracılığıyla gerçekleşen eğitim, hiç de iyi şeyler vaadetmeyen bir acımasızlık biçimidir. Bu bakımdan, örneğin, içselleme tartışmalarının etkisi, bu tartışmalar, salt çocuk ve gençlerin bireysel gereksinimlerini dikkate alarak özgürleşmeci insani bir eğitim adına değil, aynı zamanda güç ve egemenlik ilişkilerini teşhir eden eleştirel toplum teorisi bakış açısıyla yürütüldüklerinde kalıcı olurlar.
Neo-liberalleştirilmiş ekonominin eğitime müdahalesinin iki nedeni vardır: Bir yandan, neo-liberalizmin temsilcileri toplumun liderliğini talep ediyorlar. Bu nedenle kamu yönetimi elitlere devredilmelidir. Öte yandan, ekonomi pazara uyumlu, bir başka ifadeyle pazar ekonomisine dayalı bir demokrasiye ilgi duymaktadır. Örneğin Bertelsmann Vakfı’nın tasarımlarına göre demokrasi pazar ekonomisinin eylem alanı dışında varolamaz. Bu şekilde, neo-liberal ekonominin tanım koyma egemenliği altında salt eğitim kavramı meta niteliği kazanmamaktadır. Demokrasi de ekonomiye yararlı olmaya indirgenmektedir. Örneğin, Bertelsmann Vakfı, yayınladığı 2006 Dönüşüm Endeksi’yle bir ekonomist olan Friedrich August von Hayek’in düşüncelerine dönerek, gerekçesini akla dayandırmayan “evrimci bir ahlakı” açıkça benimsemektedir: Bu ahlak kuralları, yayında yer aldığı üzere, “bu nedenle ne siyasi çoğunluk ne de aklın tümdengelimli ilkeleri tarafından düzeltilmemelidir”2. Buna göre ahlak ne demokratik müzakere süreçlerinin ne de insani eğitimin bir sonucu değildir. Bununla birlikte bir not olarak düşülmüş olsa da alarma geçiren bir diğer olgu, Bertelsmann Vakfı’nın, yayında ifade ettiği gibi, “siyasi amaçlar taşıyan ‘toplumsal insan hakları’ kataloğunu”3 tartışmaya açmasıdır. Toplumsal eylem, artık yalnızca ekonomik başarı değeri üzerinden ölçüldüğü için, yani ekonomi ve toplumsallık özdeş kabul edildiklerinden, bu birleşimle çelişen tüm haklar meşru görülmemektedir.
Neo-liberalizm, böylece, şimdiye kadarki demokrasi ve ortak karar verme anlayışımızın derinliklerine nüfuz etmekte ve bu ana kadarki siyasi sistemimizi temelden sorgulamaktadır. Neo-liberalizmin temsilcileri işletmecilerin stratejik kararlarını hızlı ve verimli bir şekilde uygulamaya geçirebilmek için siyasi sistemin değişmesini kamuoyunun önünde açıkça istemektedirler. Örneğin Deutsche Bank’ın eski Tarih Enstitüsü Başkanı ve neo-liberal “Almanya için Konferans” (Konvent für Deutschland)4 örgütünün kurucularından olan Manfred Pohl, günümüzde hala anayasa tarafından düzenlenen siyasi kurumların, bir şirketin anonim ortaklığı gibi düzenlenmesi gerektiği görüşüne varmıştır5. Eğitim bu durumdan muaf değildir. Buna paralel yürüyen demokrasisizleştirmenin ve apolitikleştirmenin, bugün, karşılıklı çapraz ilişkileri ağır sonuçlar doğuracak olan üç alanda ilerliyor:
1. Demokrasi kuramı alanında: Demokrasi işletmeciliğin gereklerine uyumlandırılmaktadır.
2. Politik ekonomi alanında: Siyasi ve ekonomik çıkarlar özdeştir.
3. Bilinç oluşturma alanında: Eğitim pazar mekanizmalarının egemenliği altına girmekte ve işletmeciliğin şifreleriyle yönlendirilmektedir.
Sermaye sahiplerinin, şimdi de eğitimi kendi hizmetkarlarına dönüştürme niyetleri, sonuç itibariyle, eleştirel eğitimin doğasındaki yüksek tahrip gücünü anlamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Gerçek niyetleri için, yani “pazar ekonomisine dayalı demokrasi” ve onunla birlikte özel mülkiyetin çıkarlarını herhangi bir engelle karşılaşmaksızın uygulamaya koyabilmek için, bir isyan kalesi olan “eğitim”in etkisizleştirilmesi gerekmektedir.
Eğitim alanı, bu nedenle, ekonominin üstün konumu açısından bizatihi en büyük belirsizliklerin yaşandığı bir savaş alanıdır. Neo-liberalizmin toplumsal adalet alanındaki istikrarsızlaştırma politikası, pazar ekonomisinin, katalizatör işlevi gören ve eğitim sisteminin ve içeriklerinin ayrıca kontrolünü de kapsayan bir yapısal uyum programına gereksinim duyar. Ekonomi günümüzde risk almaya ve rekabete girmeye hevesli, son derece girişken ve uygunluğunu kendisi pekiştirerek işinin peşinde koşan, esnek koşullarda çalışabilen, uyum gösterebilme yeteneği yüksek ve bireyselleştirilmiş çalışanlara gereksinim duyduğundan, bu anlamda uygunluk ve uyum sağlayan bir “eğitimi” tercih eder.
Bunlar birlikte ele alındıklarında, bu durum, ekonomi ve eğitim sanayisi için olağanüstü boyutlarda bir kazanca dönüşecek olan farklı alanlarda gerçekleşmektedir:
1) Elitlerin eğitilmesiyle.
2) Şirket gibi yönetilecek, bütçe harcamalarını ve personeli belirleme hakkına sahip ve bağımsız olarak pedagojik hedefleri saptayabilen “özerk okullar” olarak adlandırılan okullar aracılığıyla.
3) Bilginin yetkinleşmesi ve saçılması yoluyla.
4) Devlet yardımlarının kısılmasıyla, yüksekokulları, üniversiteleri ve okulları özel sektöre uyum sağlamaya zorlamak.
Eğitim elbette kontrol edilemez ve verili koşulları aşma anlamına gelir ve böylelikle ekonomik diretmelere, haklardan yoksun bırakmaya ve demokrasisizleştirmeye karşı direniş gösterme olanağının koşulunu ifade eder. Direniş, sermayenin insanlık dışılığı ve yıkıcı etkisinin en korkunç biçimiyle günışığına çıktığı yerlerde doğar. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve daha başka yerlerde insanlar toplumsal ve demokratik hakları için gösteri yapıyorlar; neo-liberalizm temsilcilerinin ellerinden almak istedikleri haklar için.
Çeviri: Die Gaste
Dipnotlar
1 Bu metin 17.04.2013 tarihinde Bremerhaven Eğitim ve Bilim Sendikası’nda (GEW) yapılan sunumun büyük ölçüde kısaltılmış ve yeniden düzenlenmiş halidir.
2 Bertelsmann-Stiftung: Transformations Index 2006, s. 68/69 (http://www.bertelsmann-stiftung.de/ cps/rde/xbcr/SID-545483A2-68097518/bst/xcms_ bst_dms_27611_ 27612_2.pdf, abgerufen: 17.09. 2013).
3 agy, S. 81.
4 Başkanları eski Almanya Cumhurbaşkanı ve (işveren derneklerinin bünyesinde bulunan) neo-liberal düşünce kuruluşu “Yeni Toplumsal Pazar Ekonomisi Girişimi”ni destekleyen Roman Herzog ve eski Alman Sanayiciler Birliği başkanı ve bir menajer olan Hans-Olaf Henkel’dir.
5 Bkz. Manfred Pohl: Beyaz Adamın Sonu. Eyleme Geçme Çağrısı 2007.
|
|
|
|