|
|
Die Gaste, SAYI: 34 / Kasım-Aralık 2014
|
Sempozyum ‘14 Diegaste'nin Sunumu
Değerli konuklar,
Die Gaste olarak, Almanya’daki göçmen toplumunun, özel olarak Türkiyeli göçmenlerin dil ve eğitim sorunlarına ilişkin düzenlediğimiz altıncı sempozyumumuza bir kez daha hoş geldiniz diyerek sözlerime başlamak istiyorum.
Bu yılki sempozyumumuzun ana konusu, “göçmen çocukların” ya da “göç kökenli çocukların” dil durumu ve buna bağlı olarak dil edinim ve öğrenim sorunları.
Göçmen çocukların “dil durumu” denildiğinde bizim aklımıza gelen ilk şey, hiç şüphesiz “dil yetersizliği” olmaktadır.
“Dil yetersizliği” de, bir yanıyla anadilinin yetersizliği, diğer yanıyla ikinci dil olarak Almanca yetersizliği olarak karşımıza çıkıyor.
Gerek anadilindeki yetersizlikler ve eksiklikler, gerek eğitim dili olarak Almanca’daki yetersizlikler ve eksiklikler göç kökenli çocukların eğitim düzeylerinin düşüklüğünde kendisini dışa vurmaktadır.
Göçmen çocuklarının eğitim düzeylerinden yola çıktığımızda ise, yine karşımıza “dil yetersizliği” sorunu çıkmaktadır.
Somut gerçeklikte karşımıza çıkan bu olgu, yani “dil yetersizliği” olgusu, tıpkı “yarım-dillilik” olgusu gibi tartışma konusudur.
Toplumsal ilişkiler alanına girdiğimizde bu olguları çok açık ve net biçimde görmekteyiz. Ama akademik çevrelerde bu olgulardan söz etmek, bir “önyargı” ya da “politik söylem” olarak görülebilmektedir.
Biz bu tartışmalara girmeyeceğiz. Sadece böyle bir olgu olduğunu ve bu olgunun göçmen çocuklarının eğitimdeki başarı düzeylerinin düşüklüğünde etkin bir unsur olduğunun altını çizmek istiyoruz.
“Dil yetersizliği”ne ilişkin ikinci sorun, bunun nedenleri konusunda ortaya çıkmaktadır.
Genel olarak göçmen çocuklarının “dil yetersizliği” ile aile arasında bir ilişki kurulmaktadır.
Aile ortamında toplum ve eğitim dili olarak Almancanın yerine anadilinin kullanılıyor olmasının “dil yetersizliği”nin temel nedeni olarak görülme eğilimi oldukça yaygındır.
Örneğin, istatistiklere göre, Hamburg’da ilkokul öğrencilerinin %23’ü-nün evde hiç Almanca konuşmadıkları belirtilmektedir. Bu oranın NRW’de %18 düzeyinde olduğu yine istitastiklerle ortaya konulmaktadır.
Buradan yola çıkılarak aile ortamında anadilinin kullanılması “dil yetersizliği”nin nedeni olarak gösterilmektedir. Böylece göçmen ebeveynler bunun sorumlusu haline getirilmektedir.
Almancayı yeterince bilmeyen ebeveynlerin çocuklarıyla aile ortamında Almanca konuşmalarını istemek de gerçekçi değildir.
Aynı şekilde, ailelerin çocukların eğitimiyle yeterince ilgilenmemelerinin, göçmen çocuklarının eğitim düzeylerinin düşüklüğünün ana nedeni olarak kabul edilme yaklaşımı bulunmaktadır.
Burada gözden kaçırılan ya da unutulan olgu, göçmen ebeveynlerin eğitim düzeylerinin düşüklüğü ve dil düzeylerinin yetersizliğidir.
Eğitim düzeyi düşük, hatta hiç eğitimi olmayan ebeveynlerin çocuklarının eğitimine yardımcı olmalarını beklemek tümüyle yanlıştır.
Türkiye’den işgücü göçünün 50 yıl sonrasında, 2012 Mikrozensus verilerine göre, Türkiyeli göçmenlerin toplam nüfusu 3 millyondur, tam ifadeyle, 2.998.000 kişidir.
Bu nüfusun %29,7’si halen 15 yaşın altında olup okula gitmektedir.
%40’ı hiçbir okul diplomasına sahip değildir. Hiçbir okul diplomasına sahip olmayan kadınların oranı %45,5 iken, erkeklerde bu oran %36’dır.
Üniversite mezunlarının oranı, kadınlarda %1,5, erkeklerde %2,1’dir. Yani Türkiyeli göçmenlerin sadece %1,8’i üniversite mezunudur. Bu oran Almanya genelinde %7,7’dir.
50 yıllık göç geçmişine rağmen hiçbir okul diplomasına sahip olmayan 1 milyon 216 bin kişiden çocuklarının eğitim durumuyla ilgilenmedikleri tezi öne çıkartılmaya çalışılmaktadır.
Evet, Türkiyeli göçmenlerin %40’ı hiçbir okul diplomasına sahip değillerdir. Pekçoğu okuma-yazma bile bilmemektedirler. Türkiyeli göçmen çocuklarının eğitim düzeylerinin düşüklüğünün sorumluluğunu bu diplomasız göçmenlere yüklemek gerçekci değildir.
Asıl sorun, bu durumu değiştirmek için Alman kamu yönetiminin neden yeterince etkin olamadığıdır.
Yine buradan çıkartılabilecek bir başka sonuç, ebeveynlerin eğitim ve dil düzeylerinin yükseltilmesi gerektiğidir.
Bu bağlamda iki düzeyde destek programlarına gereksinme vardır:
a) Göçmen ebeveynlerin dil ve eğitim düzeyinin yükseltilmesine yönelik destek programları,
b) Göçmen çocukların dil ve eğitim düzeylerini yükseltmeye yönelik destek programları.
Bize göre, göçmen çocuklarının yetersiz dil öğrenimi ve düşük eğitim düzeyi kesin ve açık bir olgu ise, bu olguyu değiştirmek ya da ortadan kaldırmak için neler yapılması gerektiğine odaklanmak gerekir.
Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz tüm sempozyumlarda ifade ettiğimiz gibi, “Anadili Temelinde Almanca Öğrenim Programı”nın bu sorunları büyük ölçüde çözebileceğini düşünüyoruz.
“İkinci Dil Olarak Almanca” programlarında önemli ilerlemeler ve başarılar elde edilmiştir. “İkinci Dil Olarak Almanca” programları ile “Anadili Temelinde Almanca Öğrenim Programı” birleştirilmelidir.
Bu konuda akademik araştırmaların teşvik edilmesi atılması gereken ilk adımlardan birisidir.
Bu akademik araştırmalara paralel olarak projeler uygulamaya sokulmalıdır.
Bize göre burada ortaya çıkan bir engel de, submersion yaklaşımının terk edilememesidir.
Bu yaklaşım, anadilinin tümüyle bir yana bırakılmasını, anadilinin dışlanmasını talep etmektedir.
Böyle bir talep, kaçınılmaz olarak göçmen çocuklarında bir “kimlik sorunu” ortaya çıkarmakta ve giderek dezentegrasyona yol açmaktadır. Bu da dil sorununun toplumsal ve kültürel bir sorun haline gelmesi demektir.
Bizim önerimiz:
1) Erken yaşta ve okul öncesinde anadili temelli bir Almanca öğrenim programının geliştirilmesi ve uygulanması;
2) Bu programın “ikinci dil olarak Almanca” uygulamalarıyle birleştirilmesi;
3) Submersion yaklaşımının terk edilmesi ve immersion yöntemine geçilmesidir.
Yakın gelecekte bunların gerçekleşmesi umuduyla hepinize teşekkür ederiz.
|
|
|
|