İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 34 / Kasım-Aralık 2014

Sempozyum ‘14
III. Oturum
Alman Eğitim Sistemi ve
Erken Yaşta Dil Desteği
ve Okulöncesi Dil Edinimi


Sempozyum 2014/III. Oturum




Prof. Dr. Elmar Souvignier, 1995’te Psikoloji bölümünden mezun oldu. 2000’de Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde doktora yaptı ve 2006 yılında aynı üniversitede profesör oldu. 2007’den itibaren Münster Westfälische Wilhelms Üniversitesi’nde okul bağlamında teşhis ve değerlendirme profesörlüğü yapmaktadır. Araştırma alanları: Öğrenim süreci teşhisi ve bireysel destek, okul öncesi çağında teşhis ve destek, öğretmenlerin professionelleştirilmeleri.


    Prof. Dr. Souvignier, “Okulöncesinde Erken Yaşta Dil Desteği Bağlamında İki Yıllık Destek Çalışmasının Sonuçları” başlıklıa sunumunda, okulöncesi dönemde çocuk yuvalarının son iki yılında verilmiş olan desteğin etkisi ve sonuçları üzerine yaptıkları araştırmayı ayrıntılı olarak ortaya koydu.
    Daha önceleri yapılan göç kökenli olmayan çocukların Almanya’da okul başarımı araştırmalarında (örneğin 2006‘daki IGLU/Uluslararası İlkokul Okuma Araştırması) göç kökenli çocuklar için özel destek önlemlerine gereksinme olduğunun ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Souvignier, özellikle dil kurallarını öğrenmede, dili anlamada, fonolojik farkındalığın gelişiminde ve okulda edinilen yazı dilinde göç kökenli çocuklarda yetersizlikler saptandığını söyledi.
    “Somut olarak okul öncesi desteğin çıkış noktası iki bölü-me dayanmaktadır. Birincisi, dilsel bilgi, dil de- neyimi, kural bilgisi ve dil algılanmasına dayanır. Buna dil melodisini, tanımlıkların (Artikel) kullanımını, dilbilgisini örnek olarak verebiliriz. İkincisi ise, konuşulan ve yazılan dilin yapısına dayanmaktadır – yani fonolojik farkındalığa dayanır. Buradaki önemli olan, dil akışı içinde ayrı ayrı sesleri duymak ve bunları bir harf atanmış birer ses olarak öğrenmektir. Çünkü her ses bir harfe bağlanır.” diye sunumunu sürdüren Prof. Dr. Souvignier, fonolojik farkındalığı şöyle tanımladı:
    “Burada öğrenilmesi gereken, konuştuğumuz dilin belirli kurallar üzerine inşa edildiğidir. Örneğin, konuşulan dilin akışından cümlelerin ve kelimelerin bitişini duyabilmek, heceleri fark edebilmek, ayrı ayrı sesleri sezmek, uyaklerı tanıyabilmek gerekir. Diğer bir ifadeyle, yazı diline aktarabilmek için konuşulan dilin yapısını bilmemiz gerekir. Burada önemli olan tek tek seslere bir harf atayabilmektir. Bizim için doğal ve otomatik olarak işlemesi gereken bir durumdur bu.”
    Prof. Dr. Souvignier, bu temelden yola çıkarak, destek önlemlerinin etkinliğiyle ilgili üç merkezi soru ortaya koyduklarını belirtti.
    “1. Bu tür destek önlemlerinin ikinci dili Almanca olan çocuklara anadili Almanca olan çocuklara göre daha mı yararlıdır?
    2. Dili anlama ve fonolojik farkındalığı destekleme nasıl birleştirilebilir? Ardışık mı, bütünsel mi? Fonolojik farkındalığın desteklenmesinden yararlanabilmek için dil becerisi bir önkoşul mudur?
    3. Desteğin bir dilde –Türkçe ya da Almanca– uygulanmasında etkisi nedir?
    Bu sorular temelinde 13 çocuk yuvasındaki 285 çocuk üzerinden araştırma yapıldı. Araştırmanın başlangıcında bu çocukların ortalama yaşı 4 yıl 10 aydı. Bunların üçte ikisi göç kökenli çocuklardı ve bunların da çoğunluğunu Türkçe konuşan ailelerin çocukları oluşturuyordu. Bunların yarısına ardışık destek, yani ilk önce dil becerisi desteği ve ardından fonolojik farkındalık desteği verildi. Diğer yarısına bütünleştirilmiş destek, yani iki çocuk yuvası yılında hem dil beceresi hem de fonolojik farkındalık desteği birlikte verildi.”
    Dil gelişimi desteğinde “KonLab” programındaki (Konstanz Üniversitesinin Laboratuvarında geliştirilen bir dil desteği programı) malzemelerin, özellikle tipik zorluklarda, yani konuşma ritminde, cümle yapısında, çoğullarda ve tanımlıkların kullanımında yararlanıldığını belirten Prof. Dr. Souvignier, ilk ölçüm zamanında, yani çocuk yuvasının sondan önceki yılının başında, beklentilerinin göç kökenli ve göç kökenli olmayan çocuklar arasında bir başarım farkının olacağı yönünde olduğunu söyledi.
    Uyak tanıma ve algılama yeteneğinin sonuçlarının beklendiği gibi olduğunu, göç kökenli çocukların başarı oranlarının düşük kaldığını, ama iki yılın sonunda her iki programda da (ardışık ve bütünsel) Almanca konuşan çocuklar karşısında yükselme gösterdiklerini ifade etti.
    Buradan, dili anlama ve fonolojik farkındalık konularında iki yıllık desteğin göç kökenli çocuklar üzerinde büyük bir etki gösterdiği, ama ardışık ve bütünsel programların etkinliğinde bir fark ortaya çıkarmadığı sonucuna ulaştıklarını belirtti.
    Prof. Dr. Souvignier, daha sonra okuma ve imla kurallarında yaşadıkları zorluklar ele alındı ve buna yönelik destek sunulduğunu ve burada ardışık program çerçevesinde destek gören çocukların daha büyük bir ilerleme gösterdiğini saptadıklarını belirtti.
    Üçüncü araştırma konusunun, anadili (L1) destek önlemlerinin etkisinin ikinci dili destekleme önlemlerine göre daha mı etkili olduğu ve anadilindeki desteğin etkisinin evde konuşulan günlük dille bağlantılı olup olmadığı soruları olduğunu söyledi.
    “Bu araştırmaya 14 çocuk yuvasından 89 göç kökenli çocuk katıldı. Bir grup Türkçe dilinde destek alırken, ikinci grup Almanca destek malzemeleriyle çalışıldığını, sonuçta her iki grupta da benzer gelişmeler kaydedildi. Sadece Türkçe dilinde ses tanımasında bir farklılık ortaya çıktı. Bütünüyle ele alındığında, Türkçe ve Almanca dilindeki desteklerin arasında etki farkının olmadığı görüldü.”
    Son olarak, destek önlemlerinin etkisinin evde konuşulan dille bir bağlantısının olup olmadığını araştırdıklarını belirten Prof. Dr. Souvignier, burada da, kendi varsayımlarının tersine, evde konuşulan günlük dilin öğrenmenin gelişimi üzerinde bir etkisi olmadığını gördüklerini söyleyerek üç araştırmanın sonuçlarını özetledi: “Destek önlemleri herhangi bir dile bağlı özel bir etki göstermemiştir ve öğrenim gelişimi evde konuşulan günlük dilin bunun üzerinde etkisi bulunmamaktadır. Üstdil yeteneğinin büyük ölçüde somut bir dilden bağımsız olduğunu ve bu nedenle bir dilden diğer dile çevrilebildiğini gösteren ‘transfer teorileri’ bu konuya açıklık getirmektedir.”
    Prof. Dr. Souvignier sunumunun sonunda araştırmalarından çıkardığı bilgileri ve önerileri özetleyerek konuşmasını sonlandırdı:
    “Dil yeteneğin ve fonolojik farkındalığın desteklenmesinin olabildiğince erken uygulanması gerekir. Çocuk yuvasının son iki yılında desteğin günlük olarak verilmesi en uygunudur. Bütünüyle ele alındığında bu tür destekler göç kökenli çocuklarda daha büyük bir etki yaratmaktadır. Diğer taraftan, öğrenim zorluğu çeken ya da öğrenme zayıflığı olan, özellikle okuma ve imlâ kurallarında risk gösteren çocuklarda dilsel becerilerle desteğe başlanmalıdır ve ardından fonolojik farkındalık desteği verilmelidir. Fonolojik farkındalık desteğinde dilin Türkçe ya da Almanca olmasının uygulamada büyük bir fark yaratmamaktadır.”

***

Prof. Dr. Claudia Riemer, 2002’-den itibaren Bielefeld Üniversitesi Dilbilimi ve Edebiyat Bilimi Fakültesi Yabancı ve İkinci Dil Olarak Almanca Bölümü’nde profesörlük yapmaktadır. İkinci Dil Olarak Almanca (DaZ) alanında FörBİ (Almanca Dili Kökenli Olmayan Öğrencilere Destekleyici Ders) projesini yönetiyor ve özellikle çokdilliliğe dayanan öğrenme süreçlerine ve dil desteğinin temelleriyle ilgilenmektedir. 2006-2011 arasında Bielefeld anaokullarında okulöncesi dil desteğine (MiKi Projesi) eşlik eden bilimsel araştırmanın yöneticiliğini yapmıştır.


    Prof. Dr. Claudia Riemer, “Erken Yaşta Dil Desteği: Bir Başarı Öyküsü mü?” başlıklı sunumuna, 2006/2007 KiTa yılından itibaren, Bielefeld çocuk yuvalarında göç kökenli çocuklara dördüncü yaştan itibaren okul başlangıcına kadar dil desteği verildiğini, Bielefeld’teki okul öncesi dil desteğinin diğerlerinden farkı, kurumları aşan ve bölgeyi kapsayan bir özelliğe sahip olduğunu belirterek başladı.
    Bielefeld’deki okul öncesi dil desteğinin diğer bir özelliğinin de, desteğin çocuklarda ikinci dil edinim sürecini hedeflemesi olduğğunu ifade edenProf. Dr. Riemer, bu desteğin, sadece haftada dört saatlik bir Almanca dil desteğiyle sınırlı kalmadığını, ikinci dil gelişimine KiTa’da ve aile içinde katkıda bulunduğunu söyledi.
    “Bielefeld Programı”nın (MiKi projesi), çocuklarda Almanca desteğinin yanı sıra haftada bir saat olmak üzere aile çalışmasını da kapsadığını belirterek şöyle devam etti:
    “Dil edinimi karmaşık bir süreç olduğundan –ve basit bir girdi-çıktı konusu değildir–araştırmada, sadece çocuklarla dil çalışmalarıyla değil, dilin gelişimini düzenleyen bir yaklaşımla, çocukların toplumsal çevresinde ikinci dil gelişimini araştırmayı olanaklı kılan bir yöntem seçildi.
    Toplumsallaşma bağlamında dil destek önlemleri mikrosistem koşullarına dahil edilerek, çocuk yuvasında ve evde, merkezi (ikinci) dilin sosyalleştiriciliği çerçevesinde erken çocukluk çağında ikinci dilin sosyalleştirme sürecine yönelik büyük bir adım atıldı ve bu yolla çocuklarda ikinci dil gelişimini açıklayan yaklaşımlar araştırıldı.
    Bu araştırmanın hedefi, bir yandan çocukların ikinci dil gelişimini izlemek, diğer yandan farklı bir bakış açısıyla sosyalleştirme bağlamındaki etkisinin unsurlarını bulmak, Bielefeld’deki entegrasyon ve kültürlerarası işler kurumu için sorunlara yanıtlar bulmak ve yeni dil destek önlemlerini en iyi duruma getirmekti.”
    Araştırmaya 23 çocuk yuvasından 143 çocuk katıldığını, bunların %49’unun kız çocuğu ve %51‘inin erkek çocuğı olduğunu ve bunların yaş ortalamasının 4,6 olduğunu söyleyen Prof. Dr. Riemer, araştırmada 19 farklı anadili yer aldığını, bunların %43’ü Türkçe, %19’u Rusça, %7’si Kürtçe, %4’ü Sırpça-Hırvatça ve kalan %4’ü de lehçe konuşan çocuklardan oluştuğunu belirtti.
    Ayrıca iki alt araştırma oluşturulduğunu, bir alt grupta genel örnekleme içinde nicel bölüm araştırması yapıldığını ve diğer bir alt grupta anadilleri Kürtçe/Türkçe olan 10 çocukla nitelik araştırma yapıldığını söyledi. Ve sunumunu şöyle sürdürdü:
    “Çocukların dil gelişimi açısından yürütülen araştırmada, iki yıllık veri toplama dönemi boyunca çocukların ikinci dil becerileri önemli ölçüde artmıştır.
    Küçük bir grup birinci dili Almanca olan çocuklar ile ikinci dili Almanca olan çocuklarda dil alanları analiz edilip karşılaştırıldı. Bu iki grup birbirine yakın, ama aynı zamanda aykırı bir gelişim gösterdi. Sonuçta, ikinci dili Almanca olan çocukların okula başlamadan kısa zaman önce yan cümleciklerin fiil sıralamasında, fiil çekiminde, cinslerde işaret zamirinin doğru kullanımında ve çoğullarda önemsenebilecek bir zorluk çekemediklerini görüldü. Buna karşılık edat kullanımında ve olay oluşumunda ismin -e halinde bazı belirsizlikler vardı.”
    Tüm bu sevindirici ikidilli gelişmeye rağmen, okula başlamadan bir kaç ay öncesinde öğretmenlerin yaptığı değerlendirmeye göre, çocukların %60’ının hala dil desteğine gereksinmesi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Riemer, “buradan çıkan sonuç ise, göçmen çocuklarında dil desteğinin sadece okul öncesi dönemle sınırlandırılmaması gerektiği” olduğunu ifade etti.
    “Temel ve ileri kurslardaki çocukların dil gelişim eğrisi farklı bir manzara sunmaktadır. Temel kursta ikinci dilde büyük bir gelişme gösteren çocuklar, ileri kursta küçük adımlarla ilerlemektedirler. Bunun nedenleri arasında, ileri kursta çalışan elemanların sıkça değişmesi, çocuk yuvası eğitmenlerinin ve dil desteği veren elemanların ikinci yılda çocukların dil düzeyine uygun değerlendirme yapmakta zorluk çekmeleri sayılabilir.
    Çekinceli olarak, belirlenmiş örgütlenme durumunu ele almak gerekirse, özellikle ikinci dilde gelişim zorluğu gösteren çocuklar, dil desteğinde iki dil yeterliliği düşük olan ve kurum dışında ikinci dili geliştirmede uygun koşullara sahip olmayan çocuklardır.
    Bunun dışında araştırmada gözlemlenen durum ise, aile bağlamında, dil teşvik önlemlerinde ve çocuk yuvasında hangi koşulların ikinci dil gelişimine daha az katkıda bulunduğunu kanıtlanmasıdır.
    Ailenin sosyalleşmesi bağlamında çocukların Almanca dil durumu ile ailenin sosyo-ekonomik konumu ve ebeveynlerin kültürel ve sosyal birikimi arasındaki pozitif bir bağlantı olduğu saptandı. Ayrıca Almanca dilene egemen olan çocukların anneleri, dili iyi bildiklerinden dolayı yüksek eğitim almış ve eğitim hedefleri için çaba gösterebilen, aile içinde ikinci dil desteğinin sonuçlarını iyi biçimde aktarabilen anneler olduğu saptandı.
    Aile evinde ikinci dil desteği için elverişli koşulların göstergesi olarak kabul edilen ailenin özellikleri, çocukla Almanca okur-yazarlık konusunda etkileşimin yanında, okul beceriler için sistematik bir yaklaşım sağlamaktadır.
    Almanca bilgisi iyi olan aileler ile daha zayıf olan ailelerin arasındaki diğer bir fark da, birincilerin eğitsel bağlamda aile dışında bağlantılar kurmaları –örneğin dernekler–, çocuklarını buraya göndererek ikinci dillerini kullanma ve ilerletme olanağı sağlamalarıdır.
    Eldeki veriler, bu araştırma süresinde, çocuğun dil gelişiminde ailesel değişkenliğin etkisinin azaldığını göstermektedir. Bu, farklı sosyal çevreden gelen çocuklar arasında ilk başlangıçtaki ikinci dil farklılıklarının giderek azaldığı anlamına gelmektedir. Buradan çıkan sonuç, eğitim kurumu olan çocuk yuvalarıyla ilgilenilmesinin bir dengeleyici unsur olduğu ve başlangıçtaki ailesel eşitsizliği düzelttiğidir.”
    Prof. Dr. Riemer, sunumunu araştırmanın sonuçlarını şöyle özetleyerek sonlandırdı:
    “Okul öncesi dil desteği önlemlerinin başarılı bir model sergileyebilmesi için, ikinci dil edinim sürecinin belli bir zaman dilimiyle kısıtlanmaması gereklidir. Ancak çocukların mümkün olan en iyi dizgeler arası eğitim ve ikinci dili geliştirme bağlantısı kurulmalıdır. Buna ek olarak, ikinci dil olarak Almancaya yapılan desteğin, okul öncesiyle sınırlanmadığı ve ilkokulda sürdürüldüğü koşulda, eğitimde fırsat eşitliğini artırmakta ve böylece göç kökenli çocukların eğitime yüksek katılımını sağlamaktadır.”
   
    (MiKİ projesinin sonuç raporu, http://www.uni-bielefeld.de/lili/studium/faecher/daf/miki/index.html adresinde bulunmaktadır.)