İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 36 / Mart-Nisan 2015

Almanya Hakkında
Konuşmalıyız




Ergin YILDIZOĞLU
(Cumhuriyet Gazetesi, 16 Şubat 2015)











    Avrupa’daki son ekonomik, siyasi gelişmelerin içinde Almanya’nın şekillenmeye başlayan tutumu bana, “We need to talk about Kevin” (Kevin hakkında konuşmalıyız) filmini anımsatıyor.
     
    İki Kriz ve Almanya
     
    Bir çarşamba yazımda, Avrupa’nın ekonomik (mali) ve jeopolitik (Ukrayna) krizlerinin Yunanistan üzerinde kesiştiğini yazmıştım. Bu krizlere bakınca ikisinde de, hem ortaya çıkış dinamikleri hem de gelişmeleri açısından Almanya’nın çok kritik bir işleve sahip olduğunu görüyoruz.
    Mali krizin Avrupa’yı bu kadar güçlü biçimde vurarak dağılma olasılığının konuşulduğu bir noktaya getirmesinin arkasında, Avrupa Birliği ile birlikte kurulan ekonomik modelin içerdiği egemenlik-bağımlılık ilişkileri var. Bu ilişkilerin Almanya ekonomisinin yapısal özellikleriyle tam bir uyum içinde olması, kriz başladıktan kısa bir süre sonra Almanya’nın biriktirdiği ekonomik ve siyasi gücü gözler önüne serdi.
    Daha önce de tartıştığımız gibi burada sorun, Almanya’nın Avrupa Birliği ekonomik bölgesini, en başından bu yana kendi ekonomisinin üretim kapasitesini, birikmiş sermayesini emecek (kriz eğilimlerini transfer edeceği) bir alan olarak görmüş olmasıdır. Alman kapitalizminin, siyasi iktidar ilişkilerinin, istikrarı ve güvenliği için bu alanın ticarete ve sermaye ihracatına açık kalması yaşamsal bir öneme sahip.
    Almanya geçmişte, bu alanı ve “sermaye ihracatı” olanağını güvenceye almak için Avrupa’yı iki kez militarist yöntemlerle bütünleştirmeyi denemişti. Almanya, II. Dünya Savaşı’ndan, ama esas olarak Doğu Almanya ile birleşmesinden sonra bu bütünleştirmeyi, “modern emperyalizmin” ekonomik-finansal bağımlılık ilişkileri üzerinden siyasi yönlendirme yoluyla, savaşlara yol açmadan, neoliberalizmin genel hegemonyasına (ABD’nin desteğine) dayanarak gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak, bu kez de kapitalizmin yapısal krizinin dinamiklerine takıldı. Hem yıllardır kendi sorunlarının çözüm alanı olarak kullandığı ekonomiler çökmeye, hem de bankaları verdikleri borçlardan dolayı bu ekonomilere saplanmış olarak sallanmaya başladı.
    Almanya’nın krizin getirdiği ekonomik çöküntüye, insani krize aldırmadan, kemer sıkma politikalarıyla borç ödeme sorumluluğunda ısrar etmesi, ekonomik ve insani krizi, siyasi sonuçlar da yaratarak daha da derinleştirmeye başladı... Üstelik Almanya liderlik ve hegemonya fırsatının kaçmakta olduğunun ayırdına varamadan...
    Ukrayna krizine bakınca da, krizin kökleri soğuk savaşın bittiği yıllara kadar gitse de, patlak verme sürecinin başında yine Almanya’yı görüyoruz.
    Ukrayna’da Yanukoviç hükümetini, yukarda değindiğim egemenlik-bağımlılık ilişkilerini “modern emperyalizm” koşullarını kabul etmeye zorlayan ekonomik anlaşmanın arkasında büyük ölçüde, ekonomik etki alanını genişletmeyi amaçlayan Almanya vardı.
    Yanukoviç anlaşmayı imzalamayı reddedince, Almanya “Yanukoviç karşıtı hareketi desteklemeye, Merkel’in partisi Hıristiyan Demokrat Parti’nin siyasi liderlik eğitimi programından geçmiş Kiev Belediye Başkanı Vitali Klitschko eliyle yönlendirmeye başladı”. (Friedman, Stratfor, 10/02/2015) Yanukoviç’in seçilmiş meşru hükümeti devrildi, muhalefet yönetimi fiilen ele geçirdi. İşler Almanya’nın istediği yönde gelişebilirdi eğer Rusya, kendi ekonomik siyasi nüfuz alanını korumaya karar verip yeni yönetimi kabul etmeyen Rus etnik kökenli isyancıları desteklemeye başlayıp Kırımı ilhak etmeseydi. O noktada, Almanya bu kez, bir hegemonya ilişkisinin kurulabilmesi için, liderliğini kabul ettirme koşulunun yanında, hegemonyanın ikinci ayağı olan şiddet uygulama kapasitesinin yetersizliği ile karşı karşıya kaldı.
     
    Almanya’nın Tepkileri Kaygı Uyandırıyor
     
    Avro bölgesi ülkelerinin yönetimlerinin, kapitalizminin ekonomik sorunlarına eğilmeye, krizi aşacak önlemleri “düşünmeye” başlayabilmesi için siyasi liderlik (hegemonya) sorununun aşılması gerekiyor. Ancak hegemonyacı konumuna en yakın ülke Almanya, diğer ülkelerin sorunlarına çare olduğunu göstererek liderliğini kabul ettirecek ekonomik kaynak transferlerini yapmaya hazır görünmüyor.
    Aksine Alman egemen sınıflarının sözcülerinin, hükümet temsilcilerinin, giderek daha saldırgan bir dil kullanmaya başladığı görülüyor. Ekonomik krizde adeta saplantılı, kolaylıkla ırkçılığa dönüşebilecek bir kültürel üstünlük sendromu başını kaldırıyor: Almanlar erdemli, tutumlu, çalışkan; güneyliler tembel, beleşçi, sorumsuz. Bu açıklamalar, Bild gibi popüler kültürün, en yoz yayınlarını yansıtan dergilerin yanı sıra, “ciddi” gazetelerde de görülebiliyor. Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu’nun eski üyelerinden Jürgen Stark, geçen hafta Financial Times’ta “Tarihsel ve kültürel farklar Avrupa Birliği’ni bölüyor” başlıklı yazısında, ekonomik sorunların Almanya’nın politikalarından değil, kültürel farklardan kaynaklandığını savunuyordu. Krizi güneylilerin tüketim “merakına”, kredi alma eğilimine bağlarken bunları da yıllardır Alman kapitalizminin körüklediğini, Almanya’nın refahının bunlara bağlı olduğunu görmezden gelerek...
    Ukrayna krizinde Almanya’nın tutumu daha da kaygı verici. Geçen yıl Münich Güvenlik Konferansı’nda Alman savunma bakanı, “daha adaletli bir dış politika” benimsemeye karar verdiklerini açıkladığından bu yana (New York Times, 01/02/2014) Alman medyasının önemli tartışmalarından biri de savunma reformu oldu. Geçen ay Deutsche WelleAlman savunma bakanının, orduyu daha çekici ve etkili kılacak uzun dönemli bir askeri reform üzerinde çalıştığını” aktarıyordu. (30/01/2015) World Press, sitesine göre silahlı kuvvetler tarafından hazırlanan yeni bir rapor, ordunun eksikliklerinin aksatıcı düzeye ulaştığını vurguladığını, savunma bakanının da, eksikliklerin giderilmesine ayrılmış 500 milyon Avro’luk fonu 750 milyona çıkardı- ğını aktarıyordu. World Socialist Web Site’da Johannes Stern’de Die Welt gibi Alman gazetelerine, iktidardaki Hıristiyan Demokrat Parti’nin sözcülerinin açıklamalarına dayanarak, Alman ordusunun insansız uçaklar satın almaya hazırlandığını aktarıyordu. (03/02/2015)
    Ukrayna krizi NATO ittifakı ile Rusya arasındaki ilişkileri hızla kötüleştirdi. Nükleer silahlar alanında işbirliği yok, Moskova ile Washington arasındaki kırmızı telefon hattı da kapalı. Bu nedenle, Der Spiegel’de yazan Markus Becker’e göre, “Bugün bir savaş olasılığı soğuk savaş dönemindekinden daha yüksek”... Ukrayna’da sürmekte olan “hibrid savaşın getirdiği belirsizlikler taktik nükleer silahların kullanılma riskini arttırıyor”.
    Bu tehlikeli ortamda, Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yayımladığı bir başyazı, NATO’nun Rusya ile çatışmaları en uç noktaya kadar tırmandırması, caydırıcılığın “en üst seviyede (Nükleer silahlar - E.Y.) kurması gerektiğini” savunuyor. (WSWS, 12/02/2015) Almanya yalnızca silahlanmaya hazırlanmıyor, giderek saldırgan, ırkçı refleksler üretmeye başlıyor. Bu nedenle Almanya hakkında daha sık konuşmak gerekiyor, filmdeki ve tarihteki gibi çok geç olmadan...



    Ocak sonunda Atomic Svientists bülteninde “Atom Saati”nin 12’ye üç kaldığını gösterdiği belirtildi. ABD-Sovyetler ilişkisinin en soğuk noktasında olduğu bir zamanda, 1983’de durmuştu. En kötüsü 1953 yılında oldu: Saat 12’ye iki kaldığını gösteriyordu. Kontrolsüz iklim değişikliğine ek olarak, “modernleştirilmiş büyük cephanelikten kaynaklanan nükleer silahlanma yarışı... insanlığın varlığını olağanüstü boyutta tehdit etmektedir.”
    Doğu ve Batı'daki karşıt söylem bu riskini azaltmak için uygun görünmüyor. Münih Güvenlik Konferansı'nda İngiliz Savunma Bakanı Michael Fallon, "Rus saldırganlığı NATO'ya doğrudan bir tehdit olduğunu" söyledi.
    Ancak, Ukrayna’da Rusya'nın eylemlerini tanımlamak zor. Hile, kamuflaj, aldatma: Rusya, siber savaş propagandasından ve ayrılıkçıların finansmanından gizli askeri operasyonlara kadar hibrit savaşın tüm cephanelerini kullanıyor.
    Norveç Savunma Bakanı Ine Marie Eriksen Søreide Münih’te Rus saldırganlığını açıkça belirtti. “NATO anlaşmasının 5. maddesinin bu tür saldırganlıkta geçerli olduğunu söylemeye bile gerek yok.” Bu şu anlama geliyor: Rusya, NATO üyesi olması durumunda Ukrayna’ya saldırırsa, tüm üye devletler savaşa girmek zorunda.
    "Hibrid savaşla her şeyi daha da tehlikeli hale geldi" diyor Nunn. "Hatta taktik nükleer silahlar." Bunların bazılarının Almanya’da konuşlandığı biliniyor. Eifel’deki Büchel Hava Üssü’nde yüksek maliyetle modernize edilen B61 tipi 20 nükleer bomba depolanmış durumda. Bunlar ABD komutası altında, ancak savaş durumunda Alman Tornado savaş uçakları tarafından taşınacak.
    1991 yılında ABD ve Sovyetler Birliği arasında "Start" anlaşmasının baş arabulucusu olan ABD'li diplomat Richard Burt, "Hibrid savaş, nükleer silahların gerçekten kullanılması riskini artırır" diyor. “Hem Rusya hem Amerika’-da nükleer silahlar yüksek alarm düzeyinde. Her iki tarafta 15 dakika içinde nükleer füzeleri ateşleyebilirler.” Hibrit savaş koşullarında bu “tehlikeli bir oyun”.
    Soğuk Savaş sırasında, birçok güvenlik mekanizmaları vardı – Sovyetler Birliği ve NATO arasındaki herhangi bir askeri çatışma için güvenliği sağlayan bir dizi sözleşme ve belge vardı” diyor eski Dışişleri Bakanı İvanov. “Bugün, savaş tehdidi çok büyük”.
   
    Markus Becker, NATO-Rusya Krizi: Nükleer Hayalet Geri Dönüyor, Der Spiegel, 8 Şubat 2015.