İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 36 / Mart-Nisan 2015

Haberimiz Var mı?
7 Haziran’da
Türkiye’de Seçim Var!




Ahmet ONAY





    Almanya’nın toplumsal ilişkileri içinde günlük koşuşturmalar, evden işe-işten eve rutin geliş gidişler, haftasonunda yapılan toplu alışverişler ve yine haftasonları gidilen düğünler, ev ziyaretleri içinde geçen günler. Almanya’nın ve Türkiye’nin gündemi de bir yerinden, günlük yaşamın kıyısından köşesinden bizlere ulaşır. Kimi zaman alışveriş yaparken bakkalda yapılan ayaküstü sohbetlerde, kimi zaman işyerinde Alman “kollegeler”le yapılan laflaşmalarda duyarız pek çok şeyi.
    Eğer televizyon izliyorsak, çokluk Türk dizilerinin heyecanlı ve meraklı bölümleri arasında gidip gelirken öylesine araya sokuşturulmuş “haber”lerde de bazı şeyler görür ya da duyarız.
    Bu yaşam içinde, elbette Türkiye’de genel seçimlerin yapılacağını şöyle ya da böyle duymuşuzdur. Tıpkı Almanya’da yapılacak olan seçimler gibi. Ama Almanya seçimlerini günlük koşuşturma içinde asılmış “plakat”larla anlamak olanaklıysa da, Türkiye seçimleri için bu geçerli değildir. Bizler, ya siyasal olayları az-çok izlediğimizden ya da siyasetle ilişkisi olan “tanıdık”ımız sayesinde gelişmeleri görür ve duyarız.
    Genellikle insanların sadece %30’u (bunu abartılı bulabilirsiniz) siyasetle ilgilenirler ve siyasal gelişmeleri az-çok izlerler. Kalan %70 ise, ya siyasetten bihaberdirler ya da çevresel ilişkiler içinde ve siyasetin iyice kızıştığı sıralarda (seçim sath-ı mailine girildiğinde) siyasetten haberdar olurlar.
    Kendimizin, ailemizin, çevremizin ve nihayetinde ülkemizin geleceğini belirlemekte kullanılan ve sadece partilerin belirlediği adaylara oy vermekle sınırlı kalan seçimler, ister siyasetle ilgilenilsin, ister ilgilenilmesin, her durumda seçmenlerin çoğunluğunun yönelimiyle belirlenir. Seçimlerde, dört yıl süreyle (özel bir gelişme olmazsa) bizi yönetecekler belirlenir. Artık bu seçilmişler, bugünkü iktidar uygulamalarında görüldüğü gibi, “astığı astık, kestiği kestik” bir iktidar çoğunluğuna ulaştığında, yaşamımızı doğrudan etkileyen pek çok şeyi değiştirebilirler.
    “Ama” denilecektir, “bizler Almanya’da yaşıyoruz, ülkedeki siyasal gelişmeler ve seçim sonuçları bizi neden ilgilendirsin?”
    Yaşamımız Almanya’da sürse de, gerek geçmişten gelen ilişkiler, gerekse yılda bir kez sadece “tatil” amaçlı da olsa, Türkiye’yle ilişkimiz sürüp gitmektedir. Belki bizim için Türkiye’nin kaderi, geleceğinden çok Almanya’nın durumu ve geleceği önemlidir. Yine de Türkiye gibi bir ülkede meydana gelecek olaylar Almanya’ya da yansıyacak (hep öyle olmuştur) ve bizi yine etkisi altına alacaktır.
    Daha önemlisi, bizler kendimizi ne kadar “Almanyalı” olarak görüyor olursak olalım, aynı durumun Almanlar için, Alman kamu yönetimi için geçerli olmadığını da günlük yaşantımızda sürekli görürüz ve fark ederiz. Onlar için bir yere kadar “yabancı” olunsa da, bir yerden sonra “Türk” ya da “müslüman” klişeleri içinde algılandığımız ortadadır. Konsolosluk işlerimiz, bedelli askerlik, miras vb. nedenleriyle Türkiye’yle ilişkimiz sürüp gitmektedir. Bu da açık biçimde Türkiye’deki siyasal gelişmelerin bizleri doğrudan etkilemeyi sürdürdüğünün kanıtıdır.
    7 Haziran seçimleri, özellikle siyasetle ilgilenen %30 için belki de “hayat-memat” meselesidir. Laik bir yaşam tarzı içinde yaşamaya alışmış ve bu laik yaşam tarzından vazgeçmek istemeyenler için 7 Haziran seçimleri “islamcı” bir iktidardan kurtulmak için bir fırsat, hatta son fırsat olarak görünür.
    Siyaset dışı (apolitik de denilebilir) kalan %70’lik nüfus için, mevcut siyasal iktidarın kendilerine ulaşan “başarı” öyküleri, ülkeye gittiklerinde gördükleri duble yollar, birbiri ardına dikilmiş rezidanslar, plazalar, AVM’ler, otoyollarda giden her çeşitten ve her markadan otomobiller bir fikir sahibi olmak için yeterlidir. Kendilerine mevcut iktidarın yolsuzlukları, hırsızlıkları söylendiğinde de, “olsun, çalıyorlar ama yapıyorlar da” diyebilecek kadar umarsız olabilirler. Her durumda çoğunluğu oluştururlar (Türkiye’deki seçim yasası gereği oy verme zorunluluğu da bulunduğundan) ve seçim sonuçlarında belirleyicidirler. Tek sorun, bu seçmen kitlesini bir biçimde sandığa götürülebilmektir.
    Bu seçmen kitlesiyle belli bir iletişimde olan, politik bakımdan olmasa da, dinsel açıdan etkin olan kesimler seçim dönemlerinde ellerindeki tüm olanakları (ki önemli ölçüde iktidar partisinin hizmetlerine sunduğu devlet olanaklarıdır) kullanarak bu seçmen kitlesini sandığa götürmeye çalışırlar. Bu kesimler, camilerde, kahvelerde ya da tarikatlar içinde sürekli bir arada ve birlikte bulunurlar. Caminin imamı, hocası, tarikatın şeyhi, şıhı, onların “kanaat önderi” konumundadır. Bunlar bu kitlerin seçimlerde hangi partiye oy vereceklerini belirlerler. Kapalı cemaat ilişkileri içinde, yeniden bir ağa-köylü, bey-maraba ilişkisi varlığını gösterir. Cemaatin hocaya, imama, şeyhe ve şıha biat etmişliği bu durumu doğallaştırır.
    Bugünkü mevcut iktidara oy verecek olan bu kesim, Almanya’daki Türkiye seçmenlerinin neredeyse %70’ini teşkil eder ve sonucu da bunlar belirler. Geriye kalan %30, her daim azınlıktadır ve bu azınlık konumları onların değişmez “kaderi” olarak alınlarına yazılmış gibidir. Cami cemaatini, hocalara, imamlara vb. rağmen etkileyebilme şansına sahip değillerdir. Onlar bir şeye iman ettiklerinden, onları yanlıştan uzak tutmak, doğruya inandırmak hiç de kolay değildir.
    Politik olarak etkin %30 için, laiklik, ülkenin bağımsızlığı, demokrasi, insan hakları, kadın cinayetleri vb. ne denli önemliyse, kalan %70 için, günlük yaşam, günlük ekonomi, görüntüsel modernleşme ve elbette cemaat ilişkileri önemlidir. Birincileri maddi dünyada yaşarken “manevi” değerlere sahip çıkarken, ikincileri manevi dünyada yaşarken “maddi” değerlere sahip çıkar.
    7 Haziran seçimlerinde, yaklaşık olarak 2 milyon 800 bin Türkiye vatandaşı ülke dışında oy kullanacak. Bunun 1 milyon 400 bini Almanya’da mukim Türkiye vatandaşlarıdır. Diğer söyleyişle, 980 bin seçmen iktidar partisine oy verecek %70’lik kesimi oluştururken, kalan 420 bin kişi (%30) değişik muhalefet partilerine oy verecektir. Bu 420 bin oy CHP ve MHP arasında paylaşılacaktır (buna rağmen MHP’nin %70’lik kesimden de oy alacağı söylenebilir).
    Elbette muhalefetin üçüncü partisi HDP’nin de bu %30’luk seçmen kitlesinden beklentileri vardır ve bu oylara taliptir. Ancak “Kürt partisi” olma kimliği onların en önemli handikabıdır. Yine de CHP dışındaki sol kesimlerin HDP’ye verecekleri destek (ki bu destek, HDP’nin “sosyalist” olduğu savıyla sağlanmaktadır) azımsanmamalıdır.
    Bu olasılıklar, olağan seçimlere ilişkindir. Ama siyaset, olağan olanı, var olanı ne kadar kendisine esas alırsa alsın, her durumda bu olağanlığı, var olanı değiştirmeye ve aşmaya yönelik bir faaliyettir. Bu faaliyetin esası da, seçim propaganda çalışmalarıdır.
    Cumhurbaşkanlığı seçiminde görüldüğü gibi, en avantajlı olan parti yine iktidar partisi (AKP) olmaktadır. Büyük medya desteği, devlet parasıyla organize edilen ve cami cemaatinin katılımıyla sergilenen şovlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın “dünya lideri” olduğuna ilişkin efsaneler %70’lik kitle üzerinde AKP’nin gücünü pekiştirmektedir.
    Muhalefet partilerine gelince: Yapabildikleri küçük salonlarda toplantılar düzenlemekten ibarettir. Eğer partilerinin genel başkanları bir seferliğine Almanya’ya gelecek olsa, bir seferde yüzlerce şeyi söylemeye çalışmaktan öte bir şey yapamamaktadır. Partililer belli bir merkezi koordinasyon olmaksızın kendi kişisel ya da ailesel ilişkileri içinde bir tek oy kazanabilmek için çabalarlar. Yurtdışında parti temsilcileri, parti koordinatörleri ise, genel merkeze yakın durarak olası bir seçimde milletvekili adayı yapılmayı beklemeye odaklanmıştır. Bunlara göre, herşey yerli yerindedir, parti çalışmaları büyük hızla devam etmektedir ve partiye olan teveccüh hızla büyümektedir! Gerçek ise, eş-dostlarının katıldığı birkaç küçük salon toplantısı düzenlemekten ve Türk medyasında adlarının arasıra geçmesinden öteye geçmiz. Seçim afişleri için genel merkezden gönderilen üç-beş kuruşla bastırılan afişler ancak bazı derneklere asılabilmektedir (bu derneklerin çokluk “sol” ya da “alevi” dernekleri olduğunu söylemek bile gereksizdir).
    Kısacası muhalefet partilerinin Almanya’daki seçim çalışmaları (eğer Alman yasalarının özel sınırlaması bulunmuyorsa) sadece laf olsun diye ve “ileri gelenlerin” bazılarının milletvekili seçilme arzuları için yapılmaktadır.
    Bu kısır döngü kırılmadığı sürece, 7 Haziran seçimlerinin Almanya sonuçlarının Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin sonuçlarından çok farklı olmayacaktır.
    Asıl olan, siyasetle ilgilenen %30’luk kesimin bir bütün olarak seçim çalışmalarına ve seçime katılmasıdır. Günlük yaşamlarında tekil olarak yaşayan, birbirleriyle iletişimi olmayan bu %30’luk kesimin birlikteliğinin sağlanması seçim sonuçlarından çok daha ötesinde geleceği belirleyecek özelliğe sahiptir.
    Burada, siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel ve ülkesel gerçek sorunların çözümünde seçimlerin ne kadar etkili olacağı elbette sorulabilir. Yani seçimler sorunların çözülmesi için gerçek bir olanak mıdır? Aklı başında hiç kimse bu soruya olumlu yanıt vermeyecektir. Çünkü sorunlar, doğrudan bir siyasal partinin çözebileceği sorunlar olmaktan çok ötededir. Asıl olan seçmen kitlesinin, gerçek sorunlara sahip çıkan bir halk kitlesi haline dönüşmesidir. Ama toplumun büyük bir kesimi seçimleri bir çare olarak gördüğü koşullarda bu dönüşüm de o kadar kolay olmayacaktır. Bir kez daha yineleyelim: 7 Haziranda Türkiye’de genel seçimler var!