İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 36 / Mart-Nisan 2015

Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi...
Şimdi kendisi ölümsüz bir EFSANE...




İmdat ULUSOY





    Mezopotomya’dan Çukurova’ya, Toroslar’dan Akdeniz ve Balkanlar’a kadar olan coğrafyanın yazıcısı, sözcüsü, elçisi ve oradaki insanların “arzuhalcisi”, dostuydu.
    Yaşar Kemal’in ölümü yalnızca sanat, kültür ve politika dünyasını değil, ülke içinde ve yurt dışında, dünyanın her yerindeki okurlarını, hayranlarını ve toplumun hemen hemen tüm kesimini yasa boğdu.
    Çukurova başta olmak üzere bizlere tasvir ettiği coğrafyaları, bir tarih bilimcisi gibi adeta, yüzyılların destansı anlatısıyla, çağdaş edebiyat arasında o eşsiz köprünün taşlarını ustaca ören büyük bir insan ve toplum mimarıydı.
    Onun kitaplarına dalıp gidince, o, anlatılarını insandan yola çıkarak, tarihi, coğrafyayı, doğayı ve toplumu, efsaneler, türküler, ağıtlar, düşler ve gerçeklerle yoğururken, bir bilim adamı titizliğiyle yapardı. Sonra o güzel insanları, o güzel yörelere, Türkçeyi de kanatlandırıp, okuyucu da alarak düşler diyarına uçurup giderdi.
    Toplumun düşleriyle, kendi yaratıcılığını bütünleştirirken, daha barışçıl, şiddetten uzak, daha mutlu ve daha güzel bir gelecek için hepimizi, evet hepimizi her zaman kışkırttı durdu. Düşlerimizi, gerçeklerimizi, hasretlerimizi sandığımızdan daha da sahici kıldı. İşte o nedenle hayattaki en büyük ödülün de sahibi oldu: O ödül, halkın ona sınırsız sevgisi ve ona olan tam inancıydı.
    Yaşarken hem çağdaşlığı yakalamak hem de dünya klasikleri düzeyinde yer almak, çok az insana nasip olacak erdemlerdir. Çağının insanını, ülkesinin sorunlarını, dinamik bir değişim içinde ustaca yakalayıp çok başarılı dile getirmiştir. İnsan ilişkileri, birey ve doğa üzerinde, klasik edebiyatın en güzel örneklerini verirken diğer yandan destanların masalsı güzellikleriyle, en gerçekçi gözlemlerin acılarını harmanlamak onun özel bir yeteneğiydi. Türkiye’nin, dini unsurların da egemen olduğu bir tarım toplumundan sanayi toplumuna, kentsel yapıya evrilmesini, ‘İnce Memed’ dörtlüsü ve ‘Akçasazın Ağaları’ ikilemesiyle muhteşem bir anlatıyla, sadece edebiyata değil, adeta tarihe de mal etmişti. Yurt dışında kitaplarının en çok okunduğu ülke Fransa’da dönemin cumhurbaşkanı Mitterand onun ve kitaplarının en büyük hayranıydı. Özellikle Toroslar’ı ve oradaki zengin bitki örtüsünü anlattığı kitaplarını okuyan Paris üniversitelerinden araştırmacı ve botanik bilimi uzmanları ta Toroslar’a kadar giderek onun kitaplarında renkli ve detaylı anlattığı bitkileri, böcekleri inceleyip hayran kalmışlardır. Romanlarının Fransızcaya çevirisini yapan ilk eşi Tilda, özellikle Toroslar'daki birçok bitki, böcek türlerinin Fransızcadaki karşılığını bulamadığı için ona tekrar tekrar sorup, onları tarif ettirmesi, sonra da bunların karşılığını bulmada zorlanması anılarında anlattığı en ilginç anekdotlardır.
    Yine aynı şekilde romanlarını Almancaya çeviren Cornelius Bischoff da, “Bazı bitki, böcek türlerinde aynı sorunu yaşayıp içinden çıkamadığı için Y. Kemal’le birlikte bizzat Toroslar'da nasıl gezip altın arar gibi, çiçek ve böcek türlerini” aradıklarını anlatır. Yılanı Öldürseler’deki arı çeşitleri, yöreye özgü halk dilindeki isimleriyle bitki türleri okuyucu için adeta başlı başına önbilgi gerektiren kavramlar.
    Daha televizyonun yeni yeni toplum yaşamına girdiği 70’li yıllarda, TRT’nin radyo oyunu olarak ilk kez sunduğu, ‘İnce Memed’i radyoda dinleme saati geldiğinde sokaklarda kimse kalmaz, halk kahveleri doldurur, büyük bir heyecan, merak ve ilgiyle bugünkü futbol maçlarını andıran tarzda, bu radyo oyununu dinlerdi.
    20. yüzyıla tanıklık etmiş bir yazar, gazeteci ve siyasetçi; halkların barış, özgürlük, kardeşlik ve eşitliği için yaşam boyu mücadele etmiş ve bu mücadelenin de bir parçası olmuştur.
    Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine ’fahri doktora’ ödülü vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılamayan Yaşar Kemal’in o gün gönderdiği mesaj, adeta bugün okurlarına bırakılmış bir vasiyetti:


        “Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.”
        “Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”

    Okuyucularından birisi onun kitaplarıyla ilk kez nasıl tanıştığını şöyle anlatıyor: “Demirciler Çarşısı Cinayeti, ortaokul yıllarındayken beden eğitimi dersinden raporlu olduğum için okul kantininde pencere önüne geçip okuduğum ilk Yaşar Kemal romanıdır. Kitaba başladıktan birkaç satır sonra Çukurova'nın yalazlı güneşinde pırıl pırıl yanan verimli toprakları, gümüş kolyeler gibi akan dereleri, binbir çeşit sesle uçuşan börtü böceği insanın gözü önünde canlanmaya başlar... Yıllar sonra Adana Kozan'da oturan bir arkadaşımın yanına yaz tatiline gittiğimde de aynı yakıcı güneşi, aynı pırıltılı kara toprağı ve romandakinden hiç de farksız olmayan insanların konuşmalarını görünce yıllardır sigara içemeyen bir insanın bir pakete sarılması gibi sarılmıştım tekrar Yaşar Kemal’in romanlarına... Demirciler Çarşısı Cinayeti'ni okumak Akdeniz'i, Adana'yı, Antakya'yı, Maraş'ı yüz milyon piksel çözünürlükteki bir dijital kamerayla filme almaktan çok daha çarpıcıdır...”
    Yaşar Kemal’in işte bu romanında geçen, romanın adeta marka işareti olmuş bir cümle, romandaki yerinde kalmayıp günlük yaşamımıza kadar girmiştir. Ne zaman değerli, yeri doldurulmayan, ulu çınarlar dediğimiz sanatçı, yazar, aydın, bilim insanları dünyamızdan ayrılsa onun ardından söylenen bir söz olmuştur atık.
    Bir atasözü, bir özdeyiş gibi anlam yüklü, az ve öz olarak ifade edilmiş...
    O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler
...
    Artık toplumuzda her kuşağın kayıp bir kuşak olduğu, ülkemizde giderek artan yozlaşmayı hepimiz seziyoruz. En önemli evrensel temel değerlerin yanı sıra aramızdan ayrılmış nice değerli insanlar (yazarlar, şairler, sinemacılar, aydınlar, sanatçılar, bilim insanları vb.) bilinçli olarak unutturulmaya çalışılıyor. Bunun da farkında olmalıyız hepimiz...
    Yaşar Kemal'in o destansı üslubuyla okuyanı sarıp sarmalayan, bilmediği bir dünyanın içine çeken “Demirciler Çarşısı Cinayeti” adlı romanındaki bu cümle, bu romanı okumayanların bile dillerinden düşürmediği bir söz olmuştur: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler...” Romanı önceki kuşaklardan okurlar gibi, ben de yıllar önce okumuştum. 1980 yılı baskısı. Ankara'da Tekin Yayınevi'nde basılmış. İtiraf edeyim, okuduğum ilk o zaman sadece anlatımın edebiliğine kapılmıştım; oysa şimdi yıllar sonra bu cümleyi bu kadar hem de hüzünle hatırlayacağım hiç aklıma dahi gelmemişti.
    Oysa şimdilerde belki de birçoklarımızın, hatırına gelmediği gün yok gibi...
    O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler...
    Onların arkasından da şimdi o efsane insan...