İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 37 / Mayıs-Temmuz 2015

7 Haziran
Türkiye’nin Kritik Seçimi


Ercan KARAKAŞ
(CHP Genel Başkan Yardımcısı)




Ercan Karakaş
    Türkiye 7 Haziran’da genel seçime gidiyor. Bu seçim geniş bir çevre tarafından “kritik bir seçim” olarak niteleniyor. Bu haklı bir niteleme. Gerçekten de bu seçim bundan öncekilerden çok farklı. Çünkü seçimin TBMM’nin yenilenmesinin ötesinde bir anlamı var. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın dayattığı bir rejim değişikliğinin oylanması, bir bakıma referandum olacak.
   
    12 Eylül Darbesi Sonrası Demokrasi Arayışları
    12 Eylül’den bu yana parlamentoda temsil edilen partilerin çoğu, başta CHP, bir an önce darbenin getirdiği özgürlükleri kısıtlayan anayasanın ve siyasi partiler, seçim yasası gibi demokrasi ile bağdaşmayan tüm yasaların ve de YÖK gibi bilimsel özerkliği yok sayan kurumların bir an önce ortadan kaldırılmasını savundu.
    AKP konjonktürün katkısıyla 2002’de iktidar olduktan sonra, özgürlüklerin ve demokrasinin önündeki engellerin kaldırılacağını, hedeflerinin 3Y ile; yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele etmek ve bunlara son vermek olduğunu ilan etti. AB üyeliği yolunda, Kopenhag kriterlerinin yerine getirileceğini vb. vadetti.
    Başlangıçta TBMM’den bir takım uyum yasalarının çıkarılması üzerine, AKP içinde yer almayan kimi liberaller, aydınlar, yazarlar, iş çevreleri AB üyelik hedefini destekledikleri için AKP hükümetine destek verdiler. Demokratsız demokrasinin kurulamayacağı uyarılarını hiç dikkate almadılar. 2010 Referandumuna sunulan anayasa değişikliklerine, “yetmez ama evet” diyerek, Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adama bağlı “Türk tipi başkanlık” sistemine yönelmesinin de yolunu açtılar. Çünkü referanduma sunulan anayasa değişiklikleri kapsamında cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi de vardı.
   
    Bugün Türkiye Demokrasinin Neresinde?
    Recep Tayyip Erdoğan demokrasiyi seçim sandığına indirgeyen bir anlayışa sahip. Bu çoğunlukçu demokrasi anlayışı çağın gerisinde kalan bir anlayış. Çünkü çoğunluğun oyları ile iktidar olanın her şeyi yapabileceğini varsayıyor. Evrensel insan hakları, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, güçler ayrılığı gibi iktidarın sınırlayıcı olgularını yok sayıyor.
    Bu anlayışla hükümet eden AKP, Türkiye’yi özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi yolundan çıkartmış durumda. Bu tespiti yapanlar yalnız muhalefet partileri değil. Bir zamanlar AKP’ye sınırsız destek veren kimi liberaller, aydınlar ve yazarlar da şimdi aynı görüşü paylaşıyorlar.
    Ülkelerin demokrasi standartını ölçen uluslararası güvenilir kuruluşlar da AKP’nin yönettiği Türkiye’nin, özgürlüklerden, demokrasiden, hukuk devletinden, adaletten ne kadar uzak olduğunu ortaya koyuyor. İşte durum;
    – “Demokrasi Endeksinde” Türkiye iki yıl öncesine göre iki basamak daha gerileyerek, 167 ülke arasında 89. sırada; yani “tam” ve “kusurlu” demokrasiler grubunun dışındaki “hibrit (melez)” rejimler grubunda yer alıyor.
    – “Barış Endeksinde” Türkiye, 162 ülke arasında ancak 128. sırada yer alabiliyor.
    – İnsan hakları kategorisinde 10 üzerinden 3,8 puan alabiliyor.
    – “Küresel Hukuk Üstünlüğü” endeksi sıralamasında 99 ülke içinde 59. sırada olan Türkiye, “Temel Haklar” kategorisinde 78., “Açık Devlet”te 69., “Düzen ve Güvenlik”te 67., “Yolsuzluğun Yokluğu” sıralamasında 35. ve “Sivil Adalet” sıralamasında 47. sırada yer alıyor.
    – Freedom House 2014 Raporu da Türkiye’yi basının özgür olmadığı ülkeler arasında gösteriyor.
    – Cinsiyet Eşitliği bakımından Türkiye 130 ülke arasında 120. sırada.
    – Türkiye gelir adaletsizliğinde 57., işçi ölümlerinde ise Avrupa’da birinci, dünyada ikinci sırada yer alıyor.
    – İnsani Gelişmişlik Raporu’nda Türkiye 187 ülke ve bölge arasında 69. sırada yer bulabiliyor.
   
    AKP’nin “ileri demokrasi” çarpıtması
    Durum böylesine vahim iken, AKP Hükümeti ve Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin “ileri demokrasiye” geçtiğini ileri sürebiliyor. Bu, onların gerçeklerden koptuklarını ve hayal aleminde olduklarını gösteriyor. Demokratik dünyanın bu saptamalarını, tutum ve kararlarını yok sayan AKP, giderek çağdaş uygarlık dünyasından uzaklaşıyor ve “yeni Osmanlıcılık” hayalleri ile maceracı tutumlara yöneliyor.
    Bu maceracı ve demokrasi dışı uygulamalara karşı çıkan, eleştiri yönelten herkesi düşmanlaştırıyor, Gezi’de olduğu gibi, en barışçı eylemleri bile polis şiddeti marifetiyle bastırıyor. Polis silahıyla öldürülen gençleri suçlu ilan ederek polisi kutluyor. En küçük eleştiriye, protestoya tahammül edemiyor.
    Diğer yandan yolsuzlukların üzerine giden yargıçlar ve polisler orada oraya sürülüyor. Yolsuzlukların soruşturulması engelleniyor.
   
    Türk Tipi Başkanlık Sistemini Kim İstiyor?
    Özgürlükler, demokrasi, yolsuzluklar, giderek artan işsizlik ve yoksulluk ve komşu ülkelerle barışçı ilişkiler konusunda çıkmaza giren Recep Tayyip Erdoğan çözümün demokrasi eksikliğinin giderilmesinde olduğunu yadsıyor. Ve bir süredir artan dozda başkanlık propagandası yapıyor.
    Oysa AKP’nin önceki seçim bildirgelerinde, cumhurbaşkanlığı yetkilerinin darbeci lider Evren’e göre belirlendiğini, bunun değişmesi gerektiği vurgulanıyordu. Şimdi ise, yetkilerin yetersiz olduğunu söylüyorlar. Cumhurbaşkanı artık halk tarafından seçildiği için daha çok yetki sahibi olmasının normal olduğunu ileri sürüyorlar. Oysa cumhurbaşkanını halkın seçmesi, Avusturya ve benzeri örneklerden bilindiği gibi, başkanlık sistemini gerektirmiyor. Burada kamuoyu yanıltılmaya çalışılıyor. Aslında ülkemizde yurttaşlarımızın çoğunluğunun “başkanlık sistemi” talebi yok. AKP seçmenlerinin çoğu da bunu istemiyor. Çünkü yurttaşlar toplumun tek adama bağlı ve yukarıdan aşağıya kararnamelerle yönetilmesinin, seçilmiş padişahlık anlamına geleceğini görüyor.
    Davutoğlu hükümetinin de seçim bildirgesinde başkanlık sistemine yer vermesinin Recep Tayyip Erdoğan’ın baskısıyla olduğu biliniyor. Recep Tayyip Erdoğan, mevcut anayasayı da açık biçimde çiğneyerek, parti başkanı gibi davranmayı ve tesis açılışı yapma bahanesiyle meydanlara çıkarak seçmenlerden anayasayı değiştirecek sayıda milletvekili istemeyi sürdürüyor. Yaptığı konuşmalarda ana muhalefet partisi CHP’yi ve diğer muhalefet partilerini de eleştirmekten geri kalmıyor. Yani açıkça anayasa suçu işliyor.
   
    CHP’nin Hedefi
    CHP, ülkemizde özgürlüklerin, çoğulcu demokrasinin ve hukuk devletinin eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini hedeflemektedir. Devletin gerçekten demokratik, laik bir sosyal hukuk devletine dönüşmesini savunmaktadır.
    CHP, yurttaşların etnik köken, inanç, kültür ve yaşam tarzlarından dolayı ayrımcılığa uğramalarına karşıdır. Farklılıkları zenginlik olarak kabul etmektedir. O nedenle devletin tüm inançlara ve yaşam tarzlarına eşit mesafede olmasını savunmaktadır.
    CHP, Kürt sorununun da kapsayıcı, demokratik ve eşit yurttaşlık temelinde çözüleceğine inanmaktadır.
    CHP parlamenter sistemi insan haklarına, ifade, örgütlenme ve gösteri haklarına ve güçler ayrılığına dayalı olarak güçlendirecektir. Cumhurbaşkanlığı makamını partiler üstü ve sembolik yetkilerle donatılmış, yasama ve yürütme üzerindeki etkisi sınırlandırılmış bir şekilde yeniden yapılandıracaktır.
    CHP siyasetin de demokratikleştirilmesi için başta siyasi partiler, seçim yasası, siyasetin finansmanı, etik yasası gibi yasaları yeniden düzenleyecektir. Parti içi demokrasi ve temsilde adaleti hayata geçirecek tüm düzenlemeleri gerçekleştirecektir. Bu çerçevede seçim barajı en çok %5 olacaktır. Yurtdışı da bir seçim bölgesi olacak ve yurtdışında yaşayan yurttaşlarımız TBMM’ne 10 milletvekili gönderme hakkına sahip olacaklardır. Memurların siyasi partilere üye olmaları yasağı da kaldırılacaktır.
   
    Yurtdışındaki Seçmenler
    Yurtdışındaki seçmenlerimiz bulundukları ülkelerde oy kullanmaları ilk kez 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde gerçekleşti. Bu seçimlerde bilindiği gibi katılım beklentilerin çok altında kaldı. Yurtdışında kayıtlı olan 2.780.739 seçmenin yalnızca 282.795’i oy kullandı. Yani kayıtlı seçmenin yalnızca % yüzde 8,32’si oy kullanmış oldu. Sınır kapılarında ise 297.340 seçmen oy kullandı. (% 10,62) Böylece ev sahibi ülkelerde ve sınır kapılarında kullanılan toplam oy sayısı 530.135 ile sınırlı kaldı. Yani % 19’u oy kullandı.
    Elbette katılımın bu denli düşük olmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunların belli başlıları; seçimde internet üzerinden randevu alınma zorunluluğu, seçmenlerin bir kısmının oy kullanmak için ikamet ettikleri yerlere uzak noktalarda bulunan sandıklara gitme zorluğu, çalışanların izin almak zorunda olmaları, oyların Türkiye’ye nakledilmesine olan güvensizlik, oy verme süresinin üç günle sınırlı olması ve Türkiye siyasetinden kopukluk olarak sıralanabilir.
    Düşük katılımın bir nedeni de, yurtdışındaki seçmenlerin doğrudan TBMM’de temsil edilmemesi olarak değerlendiriliyor. Tüm bunlar katılımın az olmasında belli derecede rol oynamış hususlardır. Düşük katılımın bir neden de 50 yılı aşan göç sürecinde yurtdışındaki yurttaşlarımızın ne Türkiye’de ne de bulundukları ülke seçimlerinde katılmamış olmalarıdır. Bu durum onların seçime katılmaya yönelik ilgi, istek ve heyecanlarını zayıflatmış olmalıdır. 7 Haziran seçiminde randevu sisteminin kalkması, seçimlerin 8-31 Mayıs tarihleri arasında yapılacak olması, başta CHP kimi partilerin yurtdışında örgütlülüğü artırmış ve 10 Ağustos’ta deneyim kazanmış olmaları vb. hususlar katılımı artıracak unsurlardır.
    CHP’nin, yurtdışının bir seçim bölgesi olmasına yönelik yasa teklifi AKP tarafından desteklenmediği için de bu seçimlere yetişmedi. Yetişebilseydi yurtdışı TBMM’ye 10 milletvekili gönderebilecekti. Her şeye rağmen bu kez yurtdışında katılımın artacağı tahmin edilmektedir. Öyle olmasını diliyor ve bekliyoruz. Çünkü bu kritik seçimde 1-2 puan bile çok şeyi değiştirebilir.
   
    7 Haziran ve Sonrası
    Türkiye’nin son derece ciddi hukuki, siyasal, ekonomik ve sosyal sorunları çözüm bekliyor. Ekonomi son derece kırılgan; işsizlik, yoksulluk, yolsuzluklar ve kutuplaşma giderek artıyor. Bu sorunlar ancak daha çok özgürlük ve parlamenter demokrasinin eksiklerinin giderilmesi ve de gelir adaletinin sağlanması ile çözülebilir. Türkiye siyasi kültüründe bu sorunların “Türk tipi başkanlık sistemi” ile çözülebileceğini ileri sürmek bir aldatmacadır.
    Böyle bir sistem tek adama bağlı otoriter bir sistemin kurulmasını ve sorunların daha da ağırlaşmasını getirir. AKP içinden ve seçmenlerinden de başkanlık sistemine ciddi bir destek yok. Ama bu yeter derecede seslendirilememektedir. 7 Haziran seçimi tek adam yönetimine izin vermeyecektir. Araştırmalar AKP’nin düşüşte, muhalefetin yükselişte olduğunu gösteriyor. Yeni TBMM’de 4 partinin temsil edileceği görülüyor. Bu durum, AKP dışında alternatif hükümetlerin de mümkün olabileceğini gösteriyor.