İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 37 / Mayıs-Temmuz 2015

Irkçılık Konusundaki Suskunluk


Dr. Wiebke SCHARATHOW





    Son yıllarda, ırkçılık kavramının, bilimsel söylemlerde olduğu kadar, kamuoyunda da giderek artan kullanımına rağmen, toplumsal eşitsizlik anlayışı olmasına karşın, toplumsal eşitsizlik bağının ve Almanya’daki çeşitli, gündelik belirtilerinin bir bütün olarak tabulaştırılmış bir olgu olduğu saptamasını değiştirmez. Irkçılık, genel olarak, aşırı-sağla bağlantılı aşırılığı tanımlayan bir kavram olmayı sürdürmektedir. Büyük ölçüde Nazi iktidarının sona ermesiyle birlikte sona eren bir siyasal-ideolojik kavram olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Almanya’da egemen olan ırkçılık anlayışı, kişiler tarafından uygulanan değersizleştirme, dışlama, aşağılama, zarar verme ya da öldürme eylemlerini ifade etmektedir.
    Böylesine sınırlandırılmış ırkçılık anlayışı, toplumsal birlikte yaşamın her alanında geniş kapsamlı sonuçlar doğurur. Bu anlayış, sadece ırkçılığın farklı biçimlerini gözardı etmekle kalmaz, aynı zamanda ırkçılığın günlük ilişkilerde ya da kurumsallaştırılmış düzenlemelerde kendini gösteren, şiddetle normalleştirilmiş ayrımcılık uygulamalarının çok yönlü biçimini, aynı zamanda, dışlayıcı, ayrımcı ve NSU soruşturmalarında olduğu gibi, ölümcül etkilerini de görmezlikten gelir. Onların bu ülkede –homojen ve aidiyet mantığına sahip bir ulusal devlette– işleri olmadığını açıkça ortaya koyan, Almanya’daki günlük yaşantıları egemen kalıplar ve klişelerle biçimlenen insanların deneyimleri de gizli kalır. Bu nedenle daraltılmış ırkçılık anlayışı, çokluk ırkçılığı ırkçılık olarak kabul etmez ya da reddeder – bunu skandal olarak değerlendirmek de, değiştirmek de çok zor hale geliyor. Bu da ırkçı yapıdaki bir toplumsal düzenin yerleşmesine ve kalıcılaşmasına ivme kazandırmaktadır.
    Irkçılığın egemenlik ilişkisine karşı çıkabilmek için, sadece onun aşırı görünümlerini değil, aynı zamanda daha farklı yanlarına dikkat çeken bir ırkçılık ve ırkçılık kavramı gereksinimini sadece sivil toplum örgütlerindeki (siyah) aktivistler ve toplumbilimciler söylemiyor. Almanya bu konudaki uluslararası eleştirilere katlanmaz zorundadır: 2009 yılında BM Irkçılık Özel Raportörü Githu Muigai, sonuç olarak, Almanya’da kullanılan ırkçılık kavramının çok dar olduğunu, bu nedenle günlük ırkçılık sorununun gözden kaçırıldığını belirtir. Ve Şubat 2014’te Avrupa Irkçılık Karşıtı Komisyon (ECRI) da çok sert biçimde eleştirmektedir: "Almanya’da ırkçılık kavramının çok sınırlı değerlendirildiğini” (2014, 10), “... aşırı-sağcılarla fazlasıyla bağdaştırıldığını” ve “çoğu zaman ‘biyolojik öğeler’le bağlantılı ifadelerde kullanıldığını” (agy, 22) belirtir. Hiç de göz ardı edilemeyecek bu kenar notlarına rağmen Alman kamuoyunda ırkçılığın konu edilmesinden kaçınılmaktadır. NSU cinayetlerini araştıran parlamento soruşturma komisyonunun nihai raporunun ortak değerlendirmesinde bile, her ne kadar kurumsal ırkçılığa ilişkin geniş veriler ortaya konulmuşsa da, ırkçılık, sadece aşırı-sağcı eylemcilerle sınırlandırılmıştır. Oysa kurumların başarısızlığına ilişkin “önyargılı” olunduğundan ve soruşturmanın “yeterince saydam olmadığı”ndan söz edilmektedir (2013, 861).1
    Genel olarak egemen durumdaki ve yerleşik ırkçılık anlayışından uzak olan ırkçılık konusunu saptırma ve ırkçılığa karşı savunma, pek çok durumda ırkçılığa maruz kalanlar için de çok ciddi zorluklar oluşturmaktadır. Çünkü Almanya’da “ötekiler” olarak damgalanan 14-21 yaş grubundaki gençlerle (bkz. Scharathow 2014) ilgili pedagojik ve araştırmaya dayanan çalışmalarda, ırkçılık deneyimlerinin edinildiği toplumsal ilişkiler ve toplumsal arkaplan göz önünde bulundurulduğunda çoğunlukla ciddi bir risk oluşturmaktadır.
    Irkçılık deneyimini dile getirmeyi güçleştiren bu durum ile diğer taraftan egemen söylem ve onun oluşturduğu “meşru” konulaştırılmasına ilişkin çerçevedeki iki yön ortaya konulmalıdır: 1) Egemen olan ırkçılık anlayışına göre, eğer bir ayrımcılık eylemi tasarlanmışsa, yani ayrımcılık kasten yapılıyorsa ırkçıdır. Bu nedenle, gençler, kendilerini engellenmiş hissediyorlar, yaşadıklarının gerçeklikte hedef alınmış bir ırkçılık olduğunu dile getirmeden önce, ırkçılıkla olan deneyimlerinin herhangi bir savunma ve önemsizleştirmeye maruz kalmadan kanıtlamak zorunda kalıyorlar. Ayrıca, değişik durumları hesaba katarak, başlarına gelen dışlamanın, yapılan ayrımcılığın, bir taraftan bilerek yapılmadığını, diğer taraftan bunların açıkça bir ırkçılığa işaret edip etmediğine anlam veremediklerini söyleyerek açıklamaktadırlar. Bunlar da çoklukla egemen anlayışla çakışmaktadır. Buna rağmen gençler pratikte yaşadıkları ırkçılığa ilişkin deneyimlerinden söz ettiklerinde, suçlananlar, her zaman olduğu gibi, suçlamayı “sadece şakaydı!” ya da “öyle demek istemedim” diyerek savuşturmaktadırlar. 2) Egemen olan diğer bir ırkçılık anlayışı ise, bilerek yapılan ırkçılığın doğrudan “ırkçı eylemde bulunan ırkçıdır” düşüncesini öngörmesidir. Bu nedenle, ırkçılık deneyimlerinin konu edilmesi her zaman bir ırkçılık suçlamasını içerir. Bu, özellikle Almanya’da bu çok etkili bir suçlamadır. Gençler, bu suçlamayı haksız yere yapmak istemiyorlar, özellikle de öğretmenlerine karşı asla yapmazlar. Eğer böyle bir durum olursa, ırkçılığın skandallaştırılmasının ötesinde, suçlamaların kendilerine yönelik bir öfkenin bir nesnesi haline getirilmesinden endişe ederler. Ayrıca yakın çevrede ırkçı deneyimler üzerine yapılan konuşmalar diğer bir riskli durum ortaya çıkarır.
    Gençler, başlarından geçen ırkçılık deneyimlerine çok değişik biçimlerde yaklaşıyorlar. Konuşma koşulları, ırkçılığın saldırgan bir biçimde ifade edildiğinde hiçbir yaptırımı bulunmadığını gösteriyor. Herşeye rağmen varlığını sürdüren yaralanma olayları, dışlanma ve haksızlık karşısında hissettikleri ve uygulamada ortaya çıkan hisleri genel olarak konu edilmemektedir. Toplumda egemen olan ırkçılığa karşı sus- kunluk, aynı zamanda ırkçılığa uğrayan bireylerin de suskun kalmasına yol açmaktadır.
    Her kim demokrasi ve toplumsal adalet ilkelerine göre biçimlenmiş bir toplumdan ciddi olarak söz ediyorsa, ırkçılığın şiddetle olan ilişkisini ve toplumda köklü bir dengesizliğe yol açtığını anlamamazlıktan gelemez. Bu nedenle, ırkçılık konusunun daha derinliğine irdelenmesi, ırkçılığa ilişkin normalitenin sağlanmasına, ırkçılıkla ilgili tartışma kültürünün oluşturulmasına ve toplumsal ilişkilerde ırkçılıkla başa çıkma yollarının yaratılmasına, onun karmaşık ilişkilerinin açığa çıkartılmasına ve buna maruz kalan bireylere adil davranılmasına ivedi gereksinim vardır.
   
   
    1 Bkz. Federal Almanya’nın BM’nin Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne verdiği 19-21. devlet raporu: http://tbinternet. ohchr.org/ Treaties/CERD/ Shared%20Documents/DEU/ INT_CERD_NGO_ DEU_20170_E.pdf
   
    Kaynakça
    ECRI (2014): ECRI-Bericht über Deutschland. Strasbourg. http:// www.coe.int/t/dghl/ monitoring/ ecri/ Country-by-country/Germany/DEU-CbC-V-2014-002-DEU.pdf
    NSU-Untersuchungsausschuss des Bundestages (2013): Beschlussempfehlung und Bericht. Drucksache 17/14600. Deutscher Bundestag: Berlin. http://dipbt.bundestag.de/ dip21/btd/ 17/146/1714600.pdf Scharathow, Wiebke (2014): Risiken des Widerstandes. Jugendliche und ihre Rassismuserfahrungen. Bielefeld: transcript.