|
|
Die Gaste, SAYI: 38 / Ağustos-Ekim 2015
|
Déjà vu Türkiye’de Yeniden Seçim
Geçen sayımıza, “7 Haziran’da Türkiye çok partili siyasal yaşamının en önemli seçimlerinden birisi gerçekleşecek.” diye başlamıştık. Yine aynı yerde, 7 Haziran seçimlerinin diğer önemli bir özelliğinin de, yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ilk kez Genel Seçimler’de oy kullanacak olmalarından söz ettik.
... Ve 7 Haziran seçimleri yapıldı. Bu seçimden, AKP, tarihinde ilk kez TBMM’deki sayısal çoğunluğunu yitirerek çıktı. Ve yine ilk kez, HDP, parti olarak katıldığı seçimde %10 barajını geçerek 80 milletvekiliyle TBMM’de temsil edilme hakkını elde etti.
Diğer gelişme ise, Cumhurbaşkanlığı seçiminde %9 gibi düşük bir katılım gösteren yurtdışı seçmenleri, 7 Haziran seçimlerinde, yine de düşük sayılabilecek olsa da, bir öncekine göre daha yüksek bir katılımla (%32) oylarını kullandılar. Yurtdışı oyları (gümrük kapıları da dahil) partilerin ülke içinde aldıkarı toplam oylara eklendiğinden, yani bağımsız bir seçim bölgesi olmadığından doğrudan milletvekili sayısında bir etkiye sahip olmasa da, önemli bir etken olduğu da görüldü.
Ancak 7 Haziran seçimlerinde hiçbir parti tek başına iktidar olabilecek çoğunluğa sahip olamaması ve koalisyona gidilme gerekliliği Türkiye’de yeni bir süreç başlattı.
Bir yandan AKP ile CHP arasında koalisyon hükümeti görüşmeleri adı altında, (A. Davutoğlu’nun sözüyle) “istikşafi” (“keşif”) görüşmeleri yapılırken, diğer yandan 1982 Anayasası’nın Cumhurbaşkanı’na tanıdığı yetki çerçevesinde “yeniden seçim”e gidilmesinin yolları arandı.
1982 Anayasası’nın seçimlerden sonra 45 gün içinde hükümet kurulamaması durumunda Cumhurbaşkanı “TBMM Başkanına danışarak” yeniden seçime götürebileceği hükmü, 32 gün süren “istikşafi” görüşmeleriyle tüketildi. Bayram tatili, hafta sonu tatili vs. denilerek 45 günlük “anayasal süre” tüketildi ve yeniden seçim ülkenin gündemine girdi.
Henüz 45 günlük süre dolmadan Cumhurbaşkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Kasım’da seçim yapılmasının “uygun olacağı”nı açıklamış olması da, AKP’nin CHP ile yaptığı görüşmelerin sadece zamanı tüketmeye yönelik olduğunu ortaya koydu.
45 günlük anayasal sürenin sonunda Yüksek Seçim Kurulu (YSK) 1 Kasım gününü yeni ve yeniden seçim günü olarak ilan etti.
Böylece tüm gözler 1 Kasım seçimlerine çevrilmiş oldu. Bir kez daha ve yeniden seçim gündeme gelirken, “biz bu filmi daha önce görmüştük” dememek elde değildir.
Ama bu kez sorun, 1 Kasım seçimlerinde sonuçların çok fazla değişmemesi durumunda, “istikşafi” görüşmeleriyle süre tüketilmesi bir kez daha gündeme gelip gelmeyeceği tartışılırken, yeniden seçimi bir başka yenidenin yenideni seçimin izleyip izleyemeyeceği başlı başına bir tartışma konusu haline geldi.
Bu belirsizlik ve tartışma ortamında, birbiri ardına patlayan bombalar, 3, 5, 10,15’li ölüm haberleri, “terörü telin” yürüyüşlerinde HDP binalarına yönelik saldırılar ve birbiri ardına gelen şehit cenazeleri ortamı ve siyaset dünyasını tümüyle değiştirmeye başladı.
Kimileri, “tırmanan terör”ün ve buna karşı yürütülen güvenlik tedbirlerinin amacının, seçime katılım oranını düşürerek (özellikle Güney ve Güney-Doğu bölgelerinde), HDP’nin baraj altında kalmasının sağlamak olduğu ileri sürerken, bir başkaları da, baştan itibaren “çözüm süreci”ne karşı çıkan MHP’nin “milliyetçi oyları”nı AKP’ye devşirme planlarının yapıldığını ileri sürdüler. Bir üçüncü değerlendirmeye göre ise, seçmenlerin seçimlere katılım motivasyonunun düşürülmesi yoluyla, tüm muhalefet partilerinin oy oranlarının düşmesinin sağlanması bu çatışma ortamının en temel hedefi oluyordu.
Böylesine söylemler ve iddialar ortasında, memleketten uzakta yaşayan yurtdışındaki göçmen toplumunun olanlara anlam vermeye çalışırken, konsoloslukların pek çok seçmen açısından uzak oluşu katılımın 7 Haziran seçimlerinkini geçmeyeceği beklentisine yol açmakta gecikmedi.
Öte yandan, özellikle çifte vatandaş olan seçmenlerin “başımıza bir iş gelir” kaygısı ve endişesiyle sandığa gitmediği de konuşulan bir sorun olarak ortaya çıktı. Herhangi bir kişinin en demokratik haklarından birisi olan seçme ve seçilme hakkını kullandığı için “başına bir iş” gelmesi, hiç kuşkusuz akla gelebilecek en son kuşku olmalıdır. Bu açıdan çifte vatandaşların sandığa gitmesi, yaşanılan olaylar ortasında her zamankinden çok daha gerekli olduğu da açıktır.
Die Gaste yayına hazırlanırken, YSK, yurtdışında 8 Ekim ile 25 Ekim arasında oy kullanılacağını ilan etmiştir. Ancak sandıkların nerelerde kurulacağı henüz YSK tarafından açıklanmadığından bunların adreslerini bu sayımızda veremiyoruz.
Bugün, seçimlere katılmak bir demokratik hak olmanın ötesinde, ülkenin kaos ortamından çıkması açısından da büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle yurtdışında yaşayan yurttaşların sandık başına gitmesi ve büyük bir katılım göstermesi beklenmelidir.
|
|
|
|