|
|
Die Gaste, SAYI: 39 / Kasım-Aralık 2015
|
1 Kasım Yeniden Seçimi ve Yurtdışı Oyları
Ozan DAĞHAN
Adına ister “Alamancı” denilmiş olsun, ister “diaspora Türkleri” denilerek “lobicilik” yapmaya soyunulsun, sonuçta bir de “yurtdışı seçmeni” olup çıktık.
“Yurtdışı seçmeni” olarak, yıllar boyunca gümrük kapılarında oy verme hakkıyla avutulanlar, 55 yıllık göç tarihinde ilk sınavını 10 Ağustos 2014’de yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde doğrudan sandığa oy atarak verdik.
Yaz tatiline denk gelen bu sınavda pek de başarılı olduğumuz söylenemez.
İlk kez konsolosluklarda ya da onların münasip gördükleri yerlerde kurulan sandıklarda oy verdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ne katılım %8,4 olmuştur. Diğer ifadeyle, 2.780.757 “yurtdışı seçmeni”nin sadece 232.795’i oy kullanmıştır. Buna karşın “yurtdışı seçmeni” olarak tatilde olduğumuz için gümrük kapılarındaki oylarda da belirgin bir artış olmuştur. 297.340 “tatilci”, yani “yurtdışı seçmenleri”nin %10,7’si gümrüklerde oy kullanmıştır. Böylece toplamda 530.135 seçmen, yani toplam seçmenin %19,1’i Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde oy kullanarak ilk “milli maçını” yapmıştır.
Bu seçimde R. Tayyip Erdoğan oyların %62,5’ini alarak birinci çıkarken, CHP+MHP’nin desteklediği cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu oyların %29,2’sini ve HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş %8,3’ünü almıştır.
Ardından bir ilk daha yaşanmış ve 7 Haziran 2015 Genel Milletvekilliği Seçimi için “yurtdışı seçmeni” 8 Mayıs-31 Mayıs arasında sandık başına gitmiştir. Kayıtlı 2.866.979 “yurtdışı seçmeni”nin %32,5’i, yani 931.646’sı sandığa giderek oylarını kullanmıştır.
7 Haziran seçimlerinin yurtdışı sandıklarındaki galibi AKP oyların %50,4’ünü alarak birinci parti olurken, HDP %21,4 oy oranıyla ikinci ve CHP %15,9 oy oranıyla üçüncü parti olmuştur. MHP’nin oyları ise %9,1 düzeyinde kalmıştır.
7 Haziran seçimleri muhalefet partilerinin yurtdışı seçmenlerine yönelik seçim propagandalarını öğrenmeye yönelik ilk acemi girişimi olarak da bir ilki oluşturmuştur. Sonuçta, muhalefet partileri bu çalışmalarında fazlaca etkin olamamışlardır. Bunun yerine kendi seçmenlerini değişik araçlarla sandığa götürmekle yetinmişlerdir. HDP bu konuda daha etkin bir görünüm sergilemiştir. İktidar partisi, yani AKP ise, değişik devlet kurumları aracılığıyla (DİTİB) ya da devletin doğrudan örgütlediği “sivil toplum kuruluşları”yla (UETD-Avrupalı Türk Demokratlar Birliği) kendi yurtdışı seçmenlerini sandığa götürmekte oldukça başarılı olmuştur. Özellikle camilerde seçim propagandaları yapılmış ve cami önlerinden kaldırılan otobüslerle seçmenler sandığa götürülmüştür.
7 Haziran seçim sonuçları “keenlemyekün”, yani yok hükmünde olunca, 1 Kasım’da yeniden seçimlere gidildi.
1 Kasım seçimlerinde 8 Ekim-25 Ekim arasında “Adrese Dayalı Nüfus kayıt Sistemi”yle yurtdışı seçmen kütüğüne kaydedilmiş 2.880.554 vatandaşın (geçici sonuçlara göre) 1.159.871’i, yani %40,3’ü sandığa gitmiştir. Seçim sonucunda AKP oyların %56,4’ünü alarak birini parti olurken, HDP %19,2 oy oranıyla ikinci ve CHP %15,4 oy oranıyla üçüncü parti olmuştur. MHP’nin oy oranı %7,1’de kalmıştır.
1 Kasım seçimlerinde, 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi, muhalefet partilerinin yurtdışı seçmenlerine yönelik elle tutulup bir çalışması olmamıştır. Buna karşın AKP’nin DİTİB ve UETD aracılığıyla yürüttüğü çalışmaları sürdürürken, diğer yandan Avrupa’daki “yurtdışı seçmenleri”ne Ahmet Davutoğlu imzalı mektuplar gönderilmiştir. Seçmenlerin adreslerinin nereden ve nasıl bulunduğu bugüne kadar yanıtlanmamış bir soru olarak ortada kalmıştır.
1 Kasım seçimlerinin hiç tartışmasız en çok “çalışan” partisi AKP olmuştur. Bu çalışmanın odak noktası ise, 7 Haziran seçimlerinde sandığa gitmeyen “yurtdışı seçmenleri”ni sandığa götürmek oluşturmuştur. Bunun sonucunda da 7 Haziran’da %32,5 olan katılım oranı %40,8’e yükselmiştir.
Almanya somutunda ele alırsak, 1 Kasım seçimlerinde, 7 Haziran seçimlerine göre 92.818 daha fazla seçmen sandığa gitmiştir. Bunun sonucunda AKP’nin oyları 84.823 artarak %59,7’ye yükselmiştir. HDP’nin ek seçmen sayısı 7.558 olurken, 7 Haziran seçimlerine göre CHP’li 8.148 yeni seçmen sandığa gitmiştir.
Bu sonuçlara göre, 7 Haziran seçimlerine göre artan 92.818 seçmenin 84.823’ü, yani %91’i AKP’ye oy vermiştir. Örneğin, Berlin’de bir önceki seçime göre oy kullananların sayısı 5.651 artarken, AKP’nin oy artışı 4.711 olmuştur. Benzer durum Almanya’daki tüm sandıklarda belirgin biçimde görülmektedir. (Bkz. Tablo)
|
Kullanılan oy sayısındaki artış |
AKP oylarındaki artış |
Değişim |
Berlin |
5.651 |
4.711 |
83,37 |
Düselldorf |
7.616 |
7.485 |
98,28 |
Essen |
7.798 |
7.688 |
98,59 |
Frankfurt |
7.196 |
7.316 |
101,67 |
Hamburg |
5.012 |
4.081 |
81,42 |
Hannover |
6.843 |
5.577 |
81,50 |
Karlsruhe |
7.261 |
6.156 |
84,78 |
Köln |
8.238 |
8.124 |
98,62 |
Mainz |
3.408 |
2.869 |
84,18 |
Münih |
8.269 |
8.389 |
101,45 |
Münster |
7.985 |
7.230 |
90,54 |
Nürnberg |
4.234 |
4.045 |
95,54 |
Stuttgart |
13.300 |
11.251 |
84,59 |
Tablonun en ilginç tarafı, hemen hemen tüm eyaletlerde oy kullananların sayısında 7-8 bin artış olurken, AKP’nin oylarında da buna yakın bir artışın ortaya çıkmasıdır. Bu da, AKP’nin bu sayıda seçmeni sandığa taşıdığını göstermektedir. Açıktır ki, her eyalette 7-8 bin seçmenin sandığa taşınması yaklaşık 200-250 otobüsün kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu sayıda taşıma aracının maliyeti bir yana bırakılsa bile, bu sayıda seçmenin belli yerlerde toplanması ve taşınması başlı başına bir organizasyon konusudur. AKP, nasıl olmuşsa olmuş, bu organizasyonu yapabilmiştir.
Şüphesiz burada bir seçim hilesinden de söz edilebilir. En azından kağıt üzerinde, bilgisayar sistemi aracılığıyla 7-8 bin seçmene oy kullandırılabilir. Ancak konsolosluklardaki sandıklardaki seçmen yoğunluğu ve çevrede park etmiş otobüsler gözönünde bulundurulduğunda bu seçmen artışının bir seçim hilesinden daha çok, geniş parasal olanaklara ve elemana sahip AKP’nin kendi seçmenini sandığa taşıdığı sonucu çıkmaktadır. Bu da DİTİB’in ve UTED’in Almanya çapındaki örgütlülüğünün hiç de azımsanmayacak ölçüde olduğunu göstermektedir.
Yurtdışı oylarına ilişkin diğer dikkat çekici olgu ise, yurtdışında oy kullanma süresinin 3-4 hafta olması ve seçimlerden bir hafta önce sona ermesidir.
Süleyman Demirel’in ünlü sözüyle, “Siyasette bir hafta çok uzun bir süredir...”.
1 Kasım seçim sonuçlarına yönelik anketlerin neden yanıldığını irdeleyen bir yazıda şöyle denilmektedir: “Anketler yapıldıkları günün nabzını tutar, bizdeki gibi son derece kaygan zeminde, son 48 saatin kritik olduğu seçimlerde birkaç haftalık verilerden yola çıkarak doğru sonucu bulmak mümkün değil.” (Selçuk Şirin, “Anketler ve Gerçekler: Neden Yanıldık?”, Hürriyet, 9 Kasım 2015)
Siyasette bir haftanın çok uzun bir süre olduğu ve “son derece kaygan zeminde son 48 saatin kritik olduğu seçimlerde” yurtdışı sandıklarının seçim gününden bir hafta önce kapanması, hiç kuşkusuz seçimlerin eşitliği ilkesine de terstir. 1 Kasım seçimlerinde olmamış olsa da, son bir hafta içinde meydana gelebilecek siyasal gelişmelerin seçmenlerin parti tercihlerini değiştirebileceği bilinen ve yaşanmış bir gerçektir. Örneğin 5 Haziran 1977 seçimlerinden iki gün önce (3 Haziran) dönemin başbakanı S. Demirel’in resmi bir yazıyla Ecevit’e suikast yapılacağı istihbaratını aldıklarını bildirmişti. Buna rağmen Ecevit, mitingi iptal etmemiş ve miting günü Taksim Meydanı’na gitmişti. Bu olayın 5 Haziran 1977 seçimlerinde seçmen davranışlarını ne ölçüde değiştirdiğine ilişkin bir “anket” çalışması olmadığından kesin bir şey söylemek olanaksızdır. Ancak Ecevit’i “Karaoğlan” yapan olgulardan birisi de bu olaydır.
Benzer bir durum 1 Kasım seçim sürecinde de ortaya çıkmıştır. Yurtdışında 8 Ekim’de oy verme süreci başladığında 103 insnın ölümüne yol açan IŞİD’in Ankara katliamı gerçekleşmemişti. Aynı biçimde 9 Ekim’de ve hatta katliamın olduğu 10 Ekim’de oy kullananlar açısından belki de oy tercihini değiştirecek böyle bir olay sözkonusu değildi.
Ne yazık ki, yurtdışında oy verme işlemlerinin seçim gününden üç hafta önce başlaması ve bir hafta önce sona ermesi, hem siyaset bilimine, hem de eşit ve adil seçimlerin yapılmasına aykırıdır. Türkiye’deki seçmenler son bir hafta içinde meydana gelecek gelişmeler karşısında ya da son bir haftada yapılan seçim çalışmalarıyla oy tercihlerini değiştirebilme olanağına sahipken, yurtdışı seçmenlerinin böyle bir olanağı mevcut değildir.
Bu durumda yurtdışı seçmenlerinin oylarını belirleyen seçim sürecindeki parti çalışmaları olmaktan çok, Türkiye’ye ilişkin genel bakış açıları belirleyici olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, her yaz kendi otomobili ile Türkiye’ye giden yurtdışı seçmeninin oy tercihini belirleyen hükümet icraatları (örneğin duble yol vb.) olabilmektedir. Türkiye’de seçmenleri doğrudan etkileyen terör eylemlerinin, şehit haberlerinin, kitlesel katliamların vb. yurtdışı seçmeni üzerinde zamandaş bir etkiye sahip değildir. Bu açıdan bakıldığında, yurtdışı seçmenlerin oy tercihinin ana belirleyicisi, bir seçim kampanyasıyla oluşan ya da değişen bir durum değil, süreklilik arz eden Türkiye’ye bakış açısı olmaktadır. Türkiye’ye bakış açısının “pozitif” olduğu koşullarda iktidar partisinin, yani hükümetin oy gücü Türkiye ortalamasının çok üstünde olabilmektedir.
Son olarak muhalefet partilerinin yurtdışındaki çalışmalarına değinmek istiyoruz.
HDP’nin, gerek 7 Haziran seçimlerinde, gerek 1 Kasım seçimlerinde (“nasıl olsa sonuç aynı olacak” düşüncesiyle biraz gevşeyerek) etkin bir biçimde çalıştığı görülmüştür. Kitlesel örgütlenmeye sahip Kürt ve Alevi dernekleri bu çalışmalarda etkin araçlar olmuştur. Tıpkı AKP’nin DİTİB’i ve camileri etkin bir araç olarak kullanması gibi.
CHP’nin, HDP ve AKP gibi kitlesel örgütlenmelere sahip olmaması ya da onların desteğinden mahrum olması, ister istemez seçim çalışmalarının tekil bireylere yönelik yürütülmesini gündeme getirmiştir. Bu konuda CHP’nin yurtdışı örgütlenmesinin bireylere ulaşmakta etkisiz olduğunu söylemek olanaksızdır. MHP’nin seçmen tabanı ise, doğrudan Türkiye üzerinden MHP ile kurulan ilişkilere bağımlı olduğu seçim sonuçlarında görülmüştür.
İktidar partisi, yani AKP ise, bir yandan dini siyasetin bir aracı olarak kullanırken, camileri, DİTİB’i alabildiğine parti çalışmaları için kullanmıştır. Bunun yanında devlet olanaklarının kullanılması ve kaynağı belli olmayan büyük parasal harcamalar yapılabilmesi (seçmen taşıma) AKP’nin iktidar olmanın avantajlarını en iyi biçimde kullandığını göstermektedir.
Sonuç olarak, 1 Kasım seçimlerinden AKP, yurtdışında, özellikle Almanya’da seçmen taşıma yoluyla oylarını %50,4’ten %56,4’e yükselterek birinci parti olarak çıkmıştır. Her ne kadar AKP oylarını artırmış da olsa, yurtdışında kurulu sandıklarda ilk kez oy verilen Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde elde ettiği %62,5 oranının çok gerisinde kalmıştır. Bu da seçime katılım oranının genel olarak arttığı koşullarda AKP’nin oy oranının giderek Türkiye ortalamasına yaklaştığını ortaya koymaktadır.
Yurtdışı seçmenleri açısından üzerinde önemle durulması gereken bir olgu da, yurtdışında başlı başına bir seçim bölgesi olarak kabul edilmesidir. Aksi halde yurtdışı oyları, küçük oy farklarıyla milletvekili kazanılan illerde yer yer birkaç milletvekilinin el değiştirmesine yol açmanın ötesinde bir etkisi olmayacaktır. Bu da yurtdışı seçmenlerin oy gücü ile siyasal temsiliyet arasında mutlak bir uçuruma yol açmaktadır.
|
|
|
|