Die Gaste, SAYI: 7 / Mayıs-Haziran 2009

Mehmet Daş ’a Özgü
Entegrasyon

Sedat KINCI





    Anadolu halkı günlük yaşamın zorluğuna, Karagöz’le, Meddah’la, köy seyirlik oyunlarıyla katlanmış asırlarca ve bunların yardımıyla başına gelenleri sineye çekebilmiş. Türkülerle nefes almış, halk ozanlarından aldığı güçle hazmedebilmiş yasadıklarını. Aydın Engin yıllar evvel Karagözü, Meddahı, Ortaoyununu da getirmiş beraberinde ve zamanı geldikçe bir bir çıkarmış valizinden. Böylece Geleneksel Anadolu tiyatrosu, Anadolu’nun ince mizahi, Avrupa’da da yetişmiş insanımızın imdadına. İste bu yüzden Anadolu insanının kıvraklığı, halk ozanlarının burukluğu vardır, Mehmet Daş’ın sözlerinde. İsabetli ve yerinde konuşur Mehmet Daş.
   
    Atalar öğüt verir: Göçmensen göçtüğünü bil. Göç geri dönmez iyi bil.
    Yurt bil göçtüğün yeri. Temelini derin kaz. Ağaç dik, toprağı derin sür.
    Tohumu iyi savur. Göçtüğün yeri tanı, eğreti yasama, yerleş.

   
    Halk ozanlarının diliyle konuşmayı sever Mehmet Daş.
    Kimi zaman Kazak Abdal’in kimi zaman da Pir Sultan’ın dörtlüklerinden güç alır. Başka bir şehirde, bir başka oyunda, Dadaloğlu’nun diliyle seslenir seyircisine. Adeta göçün ağıdını yakmaktadır. Göçün sonunda ödenen bedeli. Göçün diyetini anlatır sahnede. Seyirci, göçü ve göçün içindeki yaşamını hazmeder biraz ve Mehmet Daş’tan güç alarak buradaki yaşama bir parça daha tutunur.
    Mehmet Daş turnelerinde 500 kereden fazla buluşmuş seyircisiyle. Hesaba vurulursa, aşağı yukarı 200 bin kilometre eder. Yani dünyanın etrafını bir kaç kez dolaşmış. Büyük mesafe katetmişler. Peki 8 yıl boyunca, bir almanla bir türkün kafası arasında ne kadar mesafede yol katettiler? Bilinmez...
    10 yıldır, Almanya daki yaşamımızı anlatan Mehmet Daş’ın, uyum anlayışı rengarenktir. Giyimi ve dekorunda olduğu gibi değişik çözümleri, renkli fikirleri vardır her zaman.
    Siyah beyaz bir alanda süregelen Integrasyon tartışmasına, rengarenk görüşlerle yaklaşır Mehmet Daş. Renkli kıyafetini giyip de tesbihini eline aldımıydı, bizlerin dilinin ucuna gelip de söyleyemediğimiz ne varsa, bir bir döküllür Mehmet Daş’ın ağzından.
    Özellikle birinci kuşağın Alman makamlarındaki, Almanlar karşısındaki temsilcisidir o.
    Seyirci gülerken, bir taraftan da kafasında karmaşık olan sorunları bir bir düzene koyar, olayları kavramaya baslar. Karışıklığı kavramaya başladıkça da aslında sorunun ne kadar basit olduğunu farkeder ve bunun için ayrıca güler.
    Daş Aile’si Almanya’daki yaşama sahip çıkmaya çalışır. Almanya’da karanlık saydıkları yaşamında, seyircinin elinde, bir fenerdir Mehmet Daş. Görünmezi görünür kılar, yanlış hesapları altüst eder. Alman makamlarında, birinci kuşağın neferidir, korkularının yersiz olduğunu hissettirir ona. Bu yüzden üzerindeki renkli kıyafet, Anadolu kökenli insan için bir çeşit “süpermen kıyafeti”dir.
    45 yıl boyunca, Avrupa da yasayan 4 milyon türkün, içinde biriktirdikleri, o renkli kıyafetin içinde dile geliverir bir bir.
    Kırmızı, küçük koltuk her oyunda sahnenin merkezidir. Önemli şeyler hep onun üzerinde söylenmektedir. Her şey o koltukta kayıtlıdır adeta.
    Belki de bu yüzden bütün seyirciler peşindedir o koltuğun.
    Aşıkların sazı gibidir Mehmet Daş’ın koltuğu. Mehmet Daş sağa sola çekiştirip koltuğa kurulduktan sonra, demli çayını eline aldı mıydı, bir bir anlatmaya başlar olanı biteni. Ve bir halk ozanı gibi koltuğuyla diyar diyar gezmektedir Avrupa’yı.
    Her gittiği yerden topladığı yeni malzemesini, bir güzel yoğurduktan sonra, başka bir yerde tekrar kurar dekorunu, sağa sola çekiştirip koltuğunun akordunu yaptıktan sonra yine söze başlar. Tükenmek bilmez malzemesi. Hem Avrupa’da edindikleri hem de Sivas’tan getirdikleri. Sonuna kadar kullandığı malzemesinin içine, bir tutam da Avrupa rengi karıştırmaktan da korkmaz Mehmet Daş. Avrupalıdır çünkü biraz.
    Her konuda uzlaşmaya hazırdır Mehmet Daş. Bam teline dokunulmadığı sürece üzerine düseni yapmaya hazırdır. Nerde duracağını, ne zaman, kaç adım atacağını da bilir her zaman. Hayata bir bakışı vardır kendince, durduğu yer sağlamdır. Görüp anladıklarını, Almanya ya gelirken beraberinde, zulasında getirdiği atasözlerinden, deyişlerden, destanlardan, masallardan, türkülerden süzmüştür. Anadolu“nun sağduyusuyla bakar Avrupa ya.
    Bu yüzden dilinin kemiği yoktur Mehmet Daş’ın. Söyleyeceğini dosdoğru söyler.
    Kıyafeti, tesbihi ve bıyığıyla olduğu gibidir. Buyum ben, gizli saklım yok, içim dışım bir der Almana. Sen ister Türk de bana, ister göçmen, ister Alman.
    Ne sayarsan say... Yani ne Brüksel’dekiler kadar yokuşa sürer işleri.
    Ne de Merkel kadar da karışıktır aklı.
    Zaman zaman ipin ucunu kaçırırsa Mehmet Daş, bu kez Fikriye yetişir imdadına. Hizaya getirir Mehmet Daş’ı. Hem Mehmet Daş’a hem de seyirciye sezdirmeden. Tipik Anadolu kadınıdır Fikriye. “He, he!..“ der Mehmet Daş’a ama, evde hep Fikriye’nin sözü geçer. Çocuklarının Türklüğe çok abanmasına temkinlidir biraz. Almanlığa da biraz yer kalsın ister. Ama Alman tarafının abartılmasına da gelemez. Çocuklarının orta karar bir şekilde her iki tarafın da tadını çıkarmasını ister. Yani orta hararette bir alman vatandaşlığıdır onun savunduğu. Toptan reddedenlerden değildir Almanya’daki yaşamı.
    “Leitkultur”la da derdi yoktur. Sahte gündeme pabuç bırakmaz. Sokaktaki sıradan insan konuşmaktadır sahnede. Seyircinin dilinin varmadığını, itiraf etmeye yanaşmadığını, dümdüz söyler Mehmet Daş. Daş ailesi benimsemiştir Almanya daki yaşamını, Avrupa daki yasamın düzenini ve rahatlığını gönül rahatlığıyla dile getirir. Ödenen bedelleri de pas geçmeden.
    Kimsenin hakkini yemez Daş, ama hakkının yenilmesinden de hoşlanmaz. İstediği gerçekleşmezse dünyanın sonu değildir. Daralırsa eğer, Anadolu usulü, ince mizahına sarılıverir hemen.
    İlk gelenlerden bu yana, sıkıntılarla dolu, tam yarım asırlık göç hikayesi.
    Uzun sıkıntılı bir uçak yolculuğu. Gelinen nokta bir uçak kazası sonrası gibi.
    AB ye üyelik, çifte vatandaşlık, integrasyon.... v.s Kazadan arta kalan enkaz.
    Mehmet Daş 8 yıldır integrasyon kazasının sebeplerini anlatıyor.
    Yarım asırlık göç tarihinin kara kutusudur Mehmet Daş.