Die Gaste, SAYI: 8 / Temmuz-Ağustos 2009

Alman Radyolarında Türkçe Yayınların “Yok Olma” Süreci


Dr. Cem DALAMAN




    Uzun yıllar çoğunluk toplumun, yani Almanların geçici, gidici ve yabancı olarak tanımladığı ve bu yüzden olsa gerek uzun bir süre varlığını pek algılamadığı bir kitleden, şimdi (yalnız başkent Berlin´deki nüfusu 200 bini bulan), ülkenin tüm boyutlarında kendini gösteren, Almanya’nın ekonomik ve kültürel tablosunu sadece ve sadece zenginleştiren bir etnik azınlığa dönüştük. Almanya’daki Türkiye kökenli insanların ezici çoğunluğu kendini artık ‘buralı’ hissediyor. Buna karşılık Alman çoğunluk toplumunun bir bölümü, bazı politikacılar ve medyanın bir kesimi ‘bizim’ buradaki artık vazgeçilmez varlığımızı hala yadsımaya, Almanya´nın tarihsel ve toplumsal dönüşümünün geriye alınması gereken bir yanlışı olarak nitelemeye çalışıyorlar. Ne yazık ki bunu hemen her gün duyuyor, okuyor ve her şeyden önce hissediyoruz. Özellikle Türkiye kökenli göçmenler her fırsatta sorunsallaştırılıyor ve sonsuz gibi gelen bir döngü içinde, kendilerini öyle hissetmek istememelerine rağmen, ötekileştiriliyorlar. Bazı siyasetçilerin, onlara belli aralıklarla ‘bilimsel’ malzeme sunan sosyolojik ve toplumsal araştırma kurumlarının ve medyanın bir bölümünün uyumu sorun olarak gösterdiklerini, bu bağlamda da Almanyalı Türkiye kökenlilerin Almanca öğrenmediğini veya bilmediğini, bunda da Türkçe medyanın büyük payı olduğunu iddia ettiklerini hepimiz biliyoruz. Uyumu sorunsallaştırmak ve buna neden olarak da ana dili, Türkçe’yi göstermek çok kültürlü ve dünyaya açık olma iddiasındaki bir ülkeye ve onun idarecilerine doğrusu pek yakışmıyor. Almanyalı Türkiye kökenlilerin Almanca’ya paralel kendi kültürel miraslarının bir parçası olan dillerini konuşabilmeleri ve dillerindeki medyadan faydalanabilmeleri doğal hakları. Hele internet ve çanak anten çağında dillerin sınırlarını yada sınırsızlığını tartışmak bana kalırsa sadece gülünç ve dar bakışlı bir ideoloji olarak tanımlanmalı. İki dünyalılık, iki dillilik, iki benlilik bir sorun değil, tam tersine bir zenginlik. Esas sorun bunu zenginlik olarak okuyamamakta. Almanca sorunu varsa, ki ben bunun çok abartıldığını düşünüyorum, bununda sorumlusu Türkçe medya değil, geride kalan yıllardaki yanlış eğitim ve uyum politikaları.     Dört milyonluk nüfusunun 500 bini göçmenlerden oluşan Berlin’in radyolarında artık, bu kentin renklerini, çelişkilerini, kültürlerin birbirleri ile sürtüşme ve sevişmelerini aktaran bir yayın yok. Radiomultikulti her dilin güzelliğinin paylaşıldığı ve o güzelim Türkçe’nin de ayakta durduğu frekanstı. Belki de işte bu yüzden kapatıldı...     Halkın ödediği (yani bizlerin de), radyo ve televizyon vergileri ayakta duran devlet kanallarından göçmenlere yönelik yayınların kaldırılması süreci, korkarım ki, sona ermedi. Türkçe yayınların kaldırılması furyası, bundan bir kaç yıl önce Baden-Württenberg’de, ardından Bavyera’da, Berlin’de ve son olarak Hessen’de sonuçlandı, geriye bir tek Köln Radyosu kaldı.
    Dört milyonluk nüfusunun 500 bini göçmenlerden oluşan Berlin’in radyolarında artık, bu kentin renklerini, çelişkilerini, kültürlerin birbirleri ile sürtüşme ve sevişmelerini aktaran bir yayın yok. Radiomultikulti her dilin güzelliğinin paylaşıldığı ve o güzelim Türkçe’nin de ayakta durduğu frekanstı. Belki de işte bu yüzden kapatıldı... Halkın ödediği (yani bizlerin de), radyo ve televizyon vergileri ayakta duran devlet kanallarından göçmenlere yönelik yayınların kaldırılması süreci, korkarım ki, sona ermedi. Türkçe yayınların kaldırılması furyası, bundan bir kaç yıl önce Baden-Württenberg’de, ardından Bavyera’da, Berlin’de ve son olarak Hessen’de sonuçlandı, geriye bir tek Köln Radyosu kaldı.
    Ancak bu 34 yıllık gelenek, 34 yıllık mücadele, ‚mali’ nedenler gösterilerek, sona erdirildi. Türkçe ile birlikte medyada çok kültürlülüğün, çeşitliliğin simgesi haline dönüşen, dünya çapında saygınlık kazanan, bu yüzden Birleşmiş Milletler’in UNESCO örgütü tarafından ödüllendirilen ve toplam 18 dilde yayın yapan Radiomultikulti’de kapatıldı. Dört milyonluk nüfusunun 500 bini göçmenlerden oluşan Berlin’in radyolarında artık, bu kentin renklerini, çelişkilerini, kültürlerin birbirleri ile sürtüşme ve sevişmelerini aktaran bir yayın yok. Radiomultikulti her dilin güzelliğinin paylaşıldığı ve o güzelim Türkçe’nin de ayakta durduğu frekanstı. Belki de işte bu yüzden kapatıldı.
    Radiomultikulti
’nin, özellikle de Türkçe yayınların sona erdirilmesi, mali nedenlerden daha çok, ikinci bir dili, ana dili ve ikinci bir kültürü ortak yaşamı zenginleştirici değil, engelleyici bir öğe olarak tanımlayan siyasi anlayışın eseri olarak yorumlamak gerekiyor. Halkın ödediği (yani bizlerin de), radyo ve televizyon vergileri ayakta duran devlet kanallarından göçmenlere yönelik yayınların kaldırılması süreci, korkarım ki, sona ermedi. Türkçe yayınların kaldırılması furyası, bundan bir kaç yıl önce Baden-Württenberg’de, ardından Bavyera’da, Berlin’de ve son olarak Hessen’de sonuçlandı, geriye bir tek Köln Radyosu kaldı. Alman yazılı ve görsel medyasındaki yayınlarda göçmenlere sadece yüzde 1 oranında yer verildiğini hatırladıkça, kendi dillerinde de televizyon ve radyo izlemek isteyen insanların haliyle Türkiye’den yayın yapan ya da yönetilen programlara yönelmelerine şaşırmamak gerekli. Bu sürecin sözde Almanca eksikli Türkiye kökenlilerin uyum sürecini nasıl etkileyeceğini ise Türkçe yayınlarının kaldırılmasına ön ayak olanlara sormalı.
    Alman radyolarında Türkçe yayınların sona erdirilmesi göç tarihi açımızdan hüzün verici ve ileriye yönelik umut kırıcı bir nokta.