Die Gaste, SAYI: 8 / Temmuz-Ağustos 2009

Esra H’yla Söyleşi


Nebahat ERCAN



    – Türk gençleri aileleri üzülmemesi için onların istediği her şeyi yapıyor, Almanlar öyle değil. Almanlar kurallılar. Bizde yemek birlikte yenilir ve birlikte toplanılır, Almanlarda görev kimde ise o yapar.
    1981 Hamburg doğumlu olan Esra’nın ailesinden Almanya’ya ilk işçi olarak dedeler ve nineler gelir.
    Elli dört yaşında olan anne ve elli yedi yaşında olan baba ikisi de Türkiye’de eğitimlerini tamamladıktan sonra Almanya’ya gelirler. Değişik iş yerlerinde çalışarak, ek eğitimlerden geçerek ve yılmadan araştırarak meslekleri olan öğretmenliğe başlarlar. Şimdi her ikisi de değişik okullarda “Türkçe Anadili Dersleri” vermektedirler.
    Baba yemek yapma, alış-veriş gibi işlerde anneye yardımcı oluyor ama temizlik işlerinde olmuyor. Üniversitede öğretmenlik bölümünde okuyan Esra ile lisede okuyan kız kardeşi zamanları oldukça ev işlerinde Anneye her türlü ev işinde yardımcı olurlar.
    Burada eğitimli bir babanın bile temizlik işinde tipik Türk erkeklerinden farksız olmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Ne kadar ev işlerini yaparlarsa yapsınlar, yardımcı olurlarsa olsunlar Türk erkeklerinin büyük bir çoğunluğu nedense evdeki temizlik işlerine pek yanaşmazlar, sanki onlar evi birlikte kirletmiyorlar!
    Küçük yaşından itibaren yuvaya giden Esra, daha sonra ilkokula ve dördüncü sınıftan itibaren de liseye gider ve bitirdikten sonra üniversitede öğretmenlik bölümünde okumaya başlar. Okullarda yapılan tüm gezilere katılır. Ailede anne ve babanın her ikisinin de öğretmen olmasından dolayı bu soruyu yöneltmek bile istemedim, ama Esra önümde duran soru kağıdını gördü ve hemen yanıtladı:
    – Olsun her meslekte olduğu gibi öğretmenlerde de farklı görüşlerde olanlar yani istisnalar çıkabilir, dedi.
    Almanlardan olumsuz bir hareket görmeyen Esra:
    – Annem ve babam ben ve kardeşimle ilgili tüm toplantılara katılırları ve gerekli zamanlarda okullarda görev aldılar, diye anlattı.
    Eğitimin direk içinde aktif olan bu kişilerden de başka bir yaklaşım beklenmemeli diye düşünüyorum. Benim bu düşüncemde haklı olduğumu, yine Öğretmen olan ama hiç çocuğu olmayan bir arkadaşım; “Tanıdığım tüm öğretmen arkadaşların çocukları hepsi çok zeki mi allahaşkına! Hepsi okullarda başarılılar ve yüksek eğitime devam ediyorlar” demişti. Tabii ki, hepsi zeki değil veya hepsinin zekaları aynı değil öğretmen çocuklarının ama eğitimde nelerin önemli olduğunu biliyorlar. En azından çocuklarıyla o doğrultuda ilgileniyorlar. İlgiyle, sevgiyle kimisi bir defa okuyarak veya dinleyerek, kimisi de defalarca dinleyerek veya okuyarak başarılı oluyorlar. Öğretmen olan ailelerin büyük bir çoğunluğu bu olanakları çocuklarına sunuyorlar. Çocukları da eğitim, öğretimlerinde amaçlarına daha iyi ulaşabiliyorlar. Bu örneklerle de çocukların eğitiminde ailenin öneminin ne kadar büyük olduğu anlaşılmaktadır, göstermektedir.
    Esra Alman ve diğer uluslardan arkadaşlarının olduğunu ve para harcama konusunda da farklılıklar gördüğünü şöyle anlatıyor:
    – Türkler farklı, Almanlar farklı para harcama konusunda.Türkler bir yere gittiğinde arkadaşlarınınkini de ödüyor ama Almanlarda bir kuruşu isteyeler var. Genellemek yanlış ama çoğunlukla bireyseller. Bu yaşta çok fazla Alman arkadaşım yok, küçükken çok fazlaydı. Büyüdükçe ilişkilerimiz koptu, diyor.
    Esra, ailesini Alman ailelerle karşılaştırma konusunda da:
    – Türk gençleri aileleri üzülmemesi için onların istediği her şeyi yapıyor, Almanlar öyle değil. Almanlar kurallılar. Bizde yemek birlikte yenilir ve birlikte toplanılır, Almanlarda görev kimde ise o yapar. Benim annem, babam daha sıcak, kuzey Almanya’nın insanı soğuk. Genellemek yine de zor.Alman ailelerle ilgili görüşüm olumlu ama Türk arkadaşlarımın aileleriyle ilişkim daha iyi. Kimi tanıyorum Almanlardan!? Onlarla fazla ilişkimiz yok. Tunus’lu arkadaşımın ailesi ile iyiyim. İyi arkadaşlarımın aileleriyle iyiyiz. Yarı Alman, yarı Lübnanlı arkadaşımın ailesi bize benziyor. Konukları kimse sofraya çağırıyorlar. Tanıdık başka, arkadaş başka, arkadaşlarımın evinde kendimi daha rahat hissediyorum. Alman erkeklerine gelince, onlar daha çalışkan, evde her işi yapıyorlar. Almanlarla karşılaştırdığımda kültürel yönden her ikisinin de olumlu olumsuz yönleri olabilir ama ben yetiştirilişimden memnunum, diyor.
    Esra, Almanlarla Türkleri karşılaştırırken olumlu veya olumsuz yönden değerlendirmekte zorlanıyor ve her tarafın kendine özgü kültüründen yola çıkıyor.
    Almanlarla unutamadığı olumlu veya olumsuz bir anısı konusunu sorunca, düşünüyor ve olmadığını söylüyor.
    Okul veya diğer konularda kendini eleştirdiğin oluyor mu? soruma yanıtı ise ilginç:
    – Kendimi eleştiririm ama anında onu hallederim, geriye bırakmam, onu mutlaka çözerim, diyor.
    Öğretmenlik bölümünde okuduğu halde Esra,
    – Aslında avukat olmak isterdim ama öğretmen veya tercüman olacağım, diyor.
    Biz söyleşimizi yaparken yanımıza gelen Esra’nın samimi arkadaşlarından birisi söyleşiye katılıyor. Oda öğretmenlik bölümünde okuyor ama
    – Aslında ben de “diplomat” olmak istiyordum, ama diplomatlık için “vitamin B” gerekiyor deyince, o da ne? diyorum.
    – Torpil, diyor ve ben gençlerin dilinden yeni bir şey öğrenmiş oluyorum, o devam ediyor:
    – Ama şimdi öğretmenlik okuyorum. Bu mesleği yapar mıyım, yapmaz mıyım şimdiden bilemiyorum, hele bir bitireyim, bakalım, diyor.
    Kendileri seçerek girdikleri bölümde birkaç sömestre okuyan bu gençler bile meslek konusunda daha hala kesin karar verememeleri ilginç ve ilginç olduğu kadarıyla düşündürücü geldi bana.
    Konumuz kimlik olunca;
    – Ailem Türkiye Türklerinden, ama ben Hamburg’luyum. Hamburg’lu Türklerdenim, Türkiye’dekilerden değil, diye ait olduğu yeri değerlendiriyor.
    Esra annesinin ve babasının Türkiye’deki Türkler gibi görse de bir gerçeği hep vurgulamak zorunda kalıyoruz; artık otuz- kırk yılını Almanya’da geçirmiş Türklerin hiç birisi ister kabul edilsin ister edilmesin ama Türkiye’deki Türkler gibi de burada yetişenler gibi de değil.Burada yetişenler nasıl kendilerine özgü iki kültürden yeni bir kültür oluşturdularsa , Türkiye’den gelen ve burada uzun yıllar yaşayan Türklerinde farklılaştıkları apaçık ortadadır. Bu farklılık Türkiye’ye gidince kendileri tarafında da görülmektedir.
    Aile içinde veya çevrede kız – erkeğe yaklaşımda ki görüşünü şöyle dile getiriyor:
    – Bizim ailede görmüyorum,belki en azından görmemeye çalıştılar, zaten biz iki kız kardeşiz. Aman arkadaş çevresinde kız ve erkekler faklılar.Erkek eve geç gidince bir şey denmiyor, ama kız geç gidince ters davranışla karşılaşıyor.
    Evlenme konusunda;
    – İnsan olmasını istiyorum, diyerek kısaca özetliyor.
    Almanca, Türkçe, İngilizce ve Fransızca dillerini biliyor. Ne güzel aslında bu kadar dili bilen bir genç için “Karada ölüm yok” denilebilir.”Bir dil bir insan,iki dil iki insan” mantığından yola çıkarsak meslek hayatında birisi başarısız olursa diğeri devreye girer öyle değil mi!?
    Bu kadar dil bilen bir genç geleceği konusunda çokta iyimser değil.
    – Geleceğimi o kadar parlak görmüyorum. Her şey kendimize bağlı değil. Öğrenciler azalıyor, okullar kapanıyor. Türkçe öğretmenliği olarak bölümümüzün geleceği iyi görülmüyor.İçimde kötü bir his yok ama iyi görmüyorum. Korkumun benimle ilgisi yok. Örneğin, politik gelişmeler, eğitim alanında kısıtlamalar yabancı olarak bizi daha çok etkileyebilir, diye çekincelerim oluyor, görüşünde.
    Yetkililerden beklentisine gelince yine eğitimdeki gelişmelere değiniyor.
    – Eğitim alanında yapılan olumsuz çalışmalara son verilmeli. Eğitime daha fazla para ayrılmalı. Sınıflar küçültülmeli, küçük gruplar halinde ders yapılma olanakları sağlanmalı ve mesleğe iyi hazırlamalı, diyor.
    – Son zamanlarda Hamburg’da ki hükümetin eğitim alanındaki kısıtlamaları, sınıfların öğrenci sayılarını artırmaları, öğretmenleri daha fazla çalışmaya zorlamaları ve yeni öğretmen atamamaları Esra’yı çok olumsuz etkilemiş anlaşılan. Sadece Esra’yı değil aslında Hamburg’da yaşayan tüm öğrencileri ve velileri etkiliyor. Türkçe dersi verenleri bir başka yönden daha da çok etkiliyor. Zaten çok az olan “Anadili” öğretmenlerinin sayısı emekliye ayrılanların yerine yenilerini atamadıkları için gittikçe azalıyor ve çalışanları da üç- dört okula göndererek yapmaya çalıştıkları dersleri de yapamayacak duruma getiriyorlar. Ve ne yazıktır ki; Türk veliler bir türlü eğitim alanında ki bu olumsuz gidişata dur demek için harekete geçmiyorlar, tepki göstermiyorlar. Uluslararası örgütün (OECD) incelemelerine göre, Almanya’daki eğitim çok gerilerde kalmıştır. Bu geride kalmanın nedenini, yabancı çocuklara, hatta Türk çocuklarına yüklenmek istenmektedir. Oysa, eğitime ayrılan para diğer ülkelerin çok altında olduğu görülmektedir. On dört bin Türk öğrencisinin bulunduğu Hamburg’da elli sekiz Türkçe öğretmeni nedir ki!? Türkçe öğretmenlerinin değişik nedenlerle ayrıldığı okullardaki Türk velilere Türkçe derslerini isteyip-istemedikleri sorulduğunda da “Gerek yok” dedikleri kulağımıza gidiyor. Böyle bir şey olur mu? Verilmiş haklara sahip çıkılmaz mı? Dünyanın hiç bir yerinde bizim insanlarımız gibi anadiline sahip çıkmayan bir halk yoktur sanırım! Başka ülkenin insanları çocuklarına anadilini öğretmek için kendi özel bütçelerinden dünya kadar para veriyorlar. Bizimkiler ise, haklarını istemeyi bırak, verilen haklarına bile sahip çıkmıyorlar. Halbuki, bu ülkede çalışıyorlar, gelişmesine çok büyük katkıda bulunuyorlar, vergi veriyorlar, gayet doğal ve insanlık hakkı olan dilini, dinini, kültürünü yaşatmak için hiç bir talepte bulunmuyorlar. Gelecek nesillere bu vurdum duymazlığın hesabını nasıl verecekler acaba!?
    Türkiye ile Almanya’yı karşılaştırmayı da şöyle yapıyor Esra:
    – İki ülkenin sistemi düzeni, kuralları farklı, detaya da girilebilir. Türkiye’de torpilsiz bir şey olmuyor. Kadınlar açısından daha da zor. Burada başarıyla bir yerlere gelebiliyorsun. Aslında iki ülkenin sitemi farklı değil, ama Türkiye’de erkte olanların bencilliği, vurdum duymazlığı devletin kaynaklarını kötüye kullananların oldukça fazla olması sistemi, düzeni farklı gibi gösteriyor. Esra’nın gördüğü gibi hak eden hak ettiği yere gelemiyor, kafa kol ilişkisi olan kimi beceriksiz kişiler hak etmedikleri yerleri işgal ediyorlar. Bunun acısını da hem becerikli, bilgili hem de sıradan vatandaş çekiyor. Torpil olayı insanın yaşadığı Dünya’nın her yerinde var ama Türkiye gibisi kimi geri kalmış ülkede görülmektedir. Türkiye o kadar zengin bir ülke ki, yiye yiye bitiremediler bir türlü desek yanlış değerlendirmiş olmayız sanırım!?
    Dünya’daki gelişmeler konusunda ise;
    – Bakış açısına bağlı, gelişmeler beni korkutuyor.Terör, din farklılıklarının ön plana çıkması, müslümanlara karşı bakış açıları düşündürüyor. Ekonomi kötüye gidiyor, işsizlik artıyor. Bu olumsuzlukları her gün tv kanallarından izlerken nasıl iyimser olabiliriz ki!, diyor.
    Okuma konusunda,
    – Ne zaman ne gerekiyorsa onu yapmaya zaman ayırmaya çalışıyorum. TV’de de şu günlerde sadece haberleri izlemeye zaman ayırabiliyorum.diyor.
    Kendisine örnek aldığı birisi yok ama,
    – Kendi beklentilerimi yerine getirmeye çalışıyorum, diye anlatıyor.
    Çok güzel piyano çalan Esra, iki kültür arasında kimi zaman sorunlar yaşadığını ama zamanımız elvermediği için ayrıntılı konuşamıyoruz ve söyleşiyi bitirmek zorunda kalıyoruz.