Die Gaste, SAYI: 11 / Mart-Nisan 2010

“Akademisyen Toplum Katmanı”, “Bilgiçlik” ve Die Gaste


Die Gaste



Sayın Dr. Akgün, çok yalın biçimde, “Die Gaste okuru akademisyen toplum katmanı” olarak somutlaştırdığı kesimlerin pratik çalışmalara yol gösterici sonuçlar üretmekten uzak kaldıklarını söylemektedir. Ama asıl şikayetçi olduğu konu, bir “toplum katmanı”nın (ki Die Gaste okurları kesinkes bu kategoriye dahil edilemez), “eğitimsiz” göçmenlere “yazılı bilgilerle ve yüksek düzeyli seminerlerle” ulaşmaya çalışmasıdır. Sayın Dr. Akgün, bir somut gerçeğe parmak basmaktadır. Ancak bunu ifade ederken kullandığı sözcüklere fazlaca özen göstermemektedir.
    Sayın Dr. Hakan Akgün, yukarda yayınladığımız Göçmen Ailelere Ulaşmanın Yöntemleri yazısında, çoğunlukla “işçi ve kırsal kökenli” olarak tanımladığı göçmen ailelere ulaşmaya ilişkin RAA’nın yürütmüş olduğu projelere dayanarak bir tartışma açmaktadır.
    Şüphesiz göçmen ailelere ulaşmak, onların ekonomik, toplumsal, kültürel, eğitsel ve hatta siyasal sorunlarını saptamak ve bunlara çözümler üretmek (sadece kuramsal değil, aynı zamanda pratik çözümler üretmek), sadece “kırsal kökenli” oldukları için değil, asıl olarak yaşadıkları toplumda karşı karşıya kaldıkları ayrımcılık ve dışlanma karşısında çok daha önemli ve ivedi bir sorundur.
    Herkesin kabul edebileceği gibi, göçmen toplumunun, özellikle de büyük çoğunluğu oluşturan Türkiyelilerin karşı karşıya oldukları sorunlar doğru ve tam olarak saptanmadığı sürece, bu sorunlara doğru ve pratik çözümler üretmek de olanaksızdır. Dolayısıyla sorunların ele alınması, irdelenmesi ve saptanması yönündeki çabalar ile bunların sonucunda ortaya konulacak çözümler birbirine karşıt, birbirini dışlayan, birbirine zıt iki yön değildir.
    Burada öne çıkan yan, sorunların saptanması ve bunlara çözümler üretilmesidir. Almanya’da yerleşik göçmenler açısından “sorunlar” denilen şey, doğrudan doğruya Alman akademik araştırmalarla saptanmış ve bu saptamaya uygun olarak “devlet politikası” haline getirilmiş “pratik” uygulamalar tarafından belirlenmektedir.
    İşte biz Die Gaste olarak, göçmenlerin, özel olarak Türkiyelilerin “sorunları”nın bu şekilde Alman akademisyenleri ve araştırma kurumları tarafından saptanmış sorunlarla ve çözüm yöntemleriyle sınırlandırılamayacağını iddia ediyor ve söylüyoruz. Her ne kadar sayın Dr. Akgün, “Die Gaste okuru akademisyen toplum katmanı”ndan söz ediyorsa da, Almanya’daki pek çok “entegrasyon” ya da “destek” “pratik faaliyetleri”nin Alman akademisyen “toplum katmanı” tarafından saptandığı gerçeğini de çok iyi bildiği kanısındayız.
    Die Gaste olarak, olabildiğince kolaycılıktan, “pratiklik” adına “popülizm”den uzak durmaya çalışırken, bilimsellikten ve göçmenlerin sorunlarının bilimsel olarak saptanmasından ödün vermemeye çalışıyoruz.
    Hiçbir biçimde kuram ile pratik, bilimsel bilgi ile somut gerçeklik karşı karşıya getirilemez. Ve bilinebileceği gibi, kuram pratikten, somut gerçeklikten kaynaklanır ve yeniden pratiğe, somut gerçekliğe döner, onu değiştirmeye yönelir. Ne yazık ki, gelişmiş işbölümünün ortaya çıktığı ve giderek “mikro” ölçekte işbölümlerinin geliştirildiği bir çağda, kuram ile pratik arasındaki ilişki büyük ölçüde ayrışmıştır. Kuramsal çalışmalar ile pratik çalışmalar birbirini bütünleyen ayrılmaz parçalar olması gerekirken, kuramsal çalışma yapanlar ile pratik çalışmaları yürütenler birbirinden ayrışmıştır, ayrıştırılmıştır.
    Ancak sayın Dr. Akgün’ün tartıştığı konu, böylesine bir çağdaş ve tarihsel bir sorun değildir. Sayın Dr. Akgün, çok yalın biçimde, “Die Gaste okuru akademisyen toplum katmanı” olarak somutlaştırdığı kesimlerin pratik çalışmalara yol gösterici sonuçlar üretmekten uzak kaldıklarını söylemektedir. Ama asıl şikayetçi olduğu konu, bir “toplum katmanı”nın (ki Die Gaste okurları kesinkes bu kategoriye dahil edilemez), “eğitimsiz” göçmenlere “yazılı bilgilerle ve yüksek düzeyli seminerlerle” ulaşmaya çalışmasıdır. Sayın Dr. Akgün, bir somut gerçeğe parmak basmaktadır. Ancak bunu ifade ederken kullandığı sözcüklere fazlaca özen göstermemektedir.
    Açık ifadesiyle, sayın Dr. Akgün, “elitist” yaklaşım ve tutumlarla göçmen toplumuna ulaşılamayacağını söylemeye çalışmaktadır. Ve bunda yerden göğe kadar haklıdır da. Ama sorunu tam ve bütünsel olarak ortaya koyamadığından, sorunu, yalın biçimde “akademisyen toplum katmanı”nın laf üretmekten, üst düzeyden konuşmaktan baş-ka bir şey yapmadığını, oysa RAA gibi kuruluşların “pratik” uygulamalarını örnek göstererek ortaya koymaktadır. Dolayısıyla da göçmenlerin sorunlarına ilişkin Alman akademisyenlerinin ve araştırma kurumlarının bulgu ve saptamalarını esas alan “egemen” kuramı ve bunun pratiğini farkına varmaksızın yüceltmektedir.
    Sayın Dr. Akgün, yazısında RAA’nın faaliyetlerini örnek göstermektedir.
    Herşeyden önce bilinmelidir ki, RAA, yani “Göçmen Ailelerin Çocuk ve Gençlerini Destekleme Bölge Bürosu” (Regionale Arbeitsstelle zur Förderung von Kindern und Jugendlichen aus Zuwandererfamilien), Kadın, Aile ve Entegrasyon Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ve yerel kamu yönetimleri tarafından finanse edilen bir kuruluştur. Bu açıdan, RAA, öncelikle Alman kamu kaynakları tarafından finanse edilir ve kamu yararına çalışır. Ancak bunu belirleyen ilgili bakanlıklardır. Türkçe deyişle, “parayı veren, düdüğü çalar”. Ve tüm göçmenlerin çok iyi bildiği gibi, Alman kamu kaynakları, sadece Alman kamusal kurumlarının ölçülerine ve ölçeklerine uygun olan programlara ve projelere tahsis edilir.
    İşte bu nedenledir ki, “göçmen”lere yönelik faaliyet gösteren Alman kurumları ya da daha “şık” bir ifadeyle “sivil toplum kuruluşları”, egemen kuramın ürettiği pratik faaliyetleri yürütürler. Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, bu egemen kuram, doğrudan Alman akademisyenleri ve araştırma kurumları tarafından üretilmiş ve oluşturulmuştur.
    Ve hemem hemen tüm “göç kökenli akademisyenler”in çok iyi bildiği gibi, bu faaliyetler sadece çok az sayıda “göçmen”e ulaşmakta ve onların çok az (hatta önemsenmeyecek kadar az) bir kesiminin katılımıyla yürütülmektedir. Açıkça söylemek gerekirse, bu da, bu fa-aliyetleri yürüten ya da yöneten çok küçük bir azınlığın sürekli bir iş sahibi olmasından öte bir katkıya da sahip değildir. Bu faaliyetlerin, bir yerden sonra göstermelik olduğunun kanıtı ise (RAA gibi 30 yıldır faaliyet yürüten “kurumlar”ın varlığına rağmen), resmi Alman kamu saptamasına göre, “göçmenler”in (elbette asıl olarak Türkiyeliler) bir türlü entegre edilememiş ve hatta Almanca öğrenmeleri bile sağlanamamış olmasıdır.
    Sayın Dr. Akgün, “akademisyen toplum katmanı”nın göçmenlerin kendi faaliyetlerine ilgisiz kalmalarından şikayet ettiklerini, ama kendilerinin “yazılı bilgiler ve yüksek düzeyli seminerler”den başka bir şey yapmadıkları için şikayete de hakları olmadığını söylemektedir.
    Bu durumda, RAA gibi kuruluşlar, göçmenlerin büyük ilgisine mazhar olduklarını söylemek gerekir. Çünkü öyle “yazılı bilgiler ve yüksek düzeyli seminerler”le değil, “pratik” faaliyetle göçmenlere ulaşan RAA, elbette ki büyük bir ilgiye mazhar olacaktır ve oluyordur da!
    Die Gaste olarak böyle bir ilginin olduğuna inanmıyoruz ve RAA yöneticilerinin de programlarına gösterilen “ilgi”den mutlu olduklarını da sanmıyoruz.

Die Gaste SAYI: 11 / Mart-Nisan 2010 Die Gaste SAYI: 11 / Mart-Nisan 2010


    Yukardaki fotoğraflar, RAA’nın “Sırt Çantası Programı” kapsamındaki faaliyetlerine ilişkin tanıtım broşürlerinden alınmıştır. Üzerinde özel olarak yorum yapmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Böylesi faaliyetlerde “annelerin bilinçlenmesi ve özgüvenlerinin artması”ndan söz etmek ise, olsa olsa “mültikültür” ya da “interkültür” adı altındaki faaliyetlerin “medeniyetler çatışması”nın “uyumlandırılması” faaliyetlerine dönüştürülmesi olarak tanımlanabilir.
    Sayın Dr. Akgün’ün RAA’nın bu tür programlarında annelerin kendi anadillerinde çocuklarına yardımcı olduklarını ve bu yolla Almanca öğrenmeye yöneldiklerini söylemektedir.
    Hiçbir biçimde RAA’nın bu tür programları, anadili eğitimi üzerinden Almanca öğrenilmesinin ne alternatifidir, ne de onun yerini alabilir. Özendirmelerle, teşvik “katkı”larıyla göçmen ailelerin entegre edilebileceği (ve Almanca öğrenmeye yöneltilebilecekleri) savının yanlışlığı ve işe yaramazlığı yaşanılan elli yılda yeterince görülmüştür.
    Evet sayın Dr. Akgün, göçmenler bir türlü Almanca öğrenmedikleri ve bunda kendilerinin suçlu oldukları iddiasının anlamsızlığını söylerken haklıdır. İşte tam da bu nedenle, Die Gaste olarak diyoruz ki, Almanca öğretmek için bugüne kadar kullanılan yol ve yöntemler işe yaramamıştır ve bu yol ve yöntemlerde ısrar etmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer göçmenlerin (özel olarak Türkiyelilerin) entegre olmadıklarından şikayet ediliyor ve bunun nedeni olarak Almanca öğrenmemeleri gösteriliyorsa, Die Gaste olarak ilk sayıdan itibaren diyoruz ki, gelin anadili üzerine yükselen bir Almanca öğrenme programı geliştirelim.
    Sayın Dr. Akgün, bir konuda daha haklıdır. Anadili üzerinde yükselen bir Almanca öğrenme programı gereksinmesi kuramsal olarak, bilimsel olarak “akademik” düzeyde ortaya konulabilmektedir ve konulmuştur, ama bunlar “sözde” kalmaktadır, “pratik” uygulaması gerçekleştirile- memektedir. Bu noktada sayın Dr. Akgün’le aynı kanıdayız, ama bir yerde kendisinden ayrılıyoruz.
    Evet, anadili üzerinden Almanca öğrenilmesi olanaklıdır, ancak bu bilimsel ve kuramsal bir saptama olmaktan çıkartılıp, pratik uygulamaya geçilmemiştir. Çünkü RAA gibi kuruluşlar, böylesi bir saptamayı kabul etmemektedirler ve böyle bir program için herhangi bir “finansman” sağlamamaktadırlar. Eğer “yazılı bilgiler ve yüksek düzeyli seminerler” pratik karşılıklarını bulamıyorlarsa, bunun nedeni bu egemen yaklaşımın bunlara ilgi göstermemesinden ve finanse etmeye yanaşmamasındandır.
    İşte bizim Die Gaste olarak dile getirdiğimiz “yeni yöntem” budur. Bu yöntem, açıktır ki, Alman çocuklarının eğitiminde özel bir yere sahip olan “Küçük Beyaz Ayı” masalının okunduğu “Sırt Çantası Programı<-i>”ndan çok daha geniş kapsamlıdır ve Türkiyeli göçmenlerin elli yıllık “makust talihini” değiştirecek niteliktedir.