İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 20 / Ocak-Şubat 2012

Vladimir Kliçko’dan
Nazan Eckes’e
“SAG’S AUF DEUTSCH”
(“ALMANCA?SÖYLE”)

SAG’S AUF DEUTSCH



    Daha bir yıl önce “Raus mit der Sprache. Rein ins Leben" adlı kampanyayla dışarı uzattıkları dillerini Alman bayrağının renklerine boyatan ünlülerin (bkz. Die Gaste, Sayı: 14) dillerindeki boya kurumamışken, “Sag’s auf Deutsch” sloganı altında yeni bir kampanya başlatıldı.
    RTL Genel Yayın Yönetmeni Peter Kloeppel’in girişiminde başlatılan ve muhtemelen Almanca öğrenmeye özendirmeyi amaçlayan “Sag’s auf Deutsch” reklam kampanyasında, Almanya’da başarılı olduğu kabul edilen göç kökenli dizi oyuncusu, sporcu, politikacı, manken ve sunucuların görüşlerine yer veriliyor. Bu yeni kampanyasda, Dr. Lale Akgün, Nazan Eckes, Erdoğan Atalay, Bülent Ceylan ve Vladimir Klitçko gibi ünlüler de yer alıyor.
    İyi almanca bilmeyenlerle dalga geçmekten kendilerini alıkoymayan RTL’in bu “örnek” göçmen kökenli ünlüleri, RTL’in kampanya filmlerinde değişik tecrübelerine yer verdiler. Örneğin, Erdoğan Atalay, "Hey gib mal Kontonummer oder was" derken, Bülent Ceylan‚ “Hey alter, ich weiss, wo dein Haus wohnt” diye Almanca “mesajlar” iletiyor. Fernando Brandao ise‚ "Hey, ich gehen" ve "du auch deutsch" ile yetindi.
    En “cezp edici tecrübe” ise, bir Türk resturantındaki mönüde bulunan yemeklerin Almanca çevirisinde an az 50’den fazla hatanın bulunmasından yakınan Nazan (Eckes) hanımınki görünüyor. Sarah Nuru ise Alamancasının ne kadar iyi olduğunu şu tekerleme ile ıspatladı; “Zehn zahme Ziegen zogen zehn Zentner Zucker zum Zoo.”
    Tabi "Almanca öğrenmek”ten söz edilen bir yerde, elbette "entegrasyon" da fazla uzakta olamaz! Göçmen kökenli ünlülerimiz, "dil ve hayat bilgisi dersi" verdikten sonra, sözü dönüp dolaştırıp "Entegrasyon"a getiriyorlar.
   
    Nazan Eckes ve Vladimir Kliçko’nun kampanya reklam spotundan bazı kesitler:
   
    Moderatör (Almanca): "Nazan, Wladimir, siz ‘Sag’s auf Deutsch’ kampanyasını destekliyorsunuz. Neden bunu yapıyorsunuz, amacınız nedir?”
    Nazan Eckes (elbette Almanca): “Ben de Türk kökenli olduğumdan ve de iki dilli ve iki kültürlü büyüdüğümden dolayı, bu beni ayrıca ilgilendiren bir konu olmakta.”
    Vladimir Kliçko (elbette Rusça değil): “Dünyamız globalleşiyor. Çoğu İnsanlar bu ya da şu ülkede yaşamaya kendileri karar veriyorlar. Tabi ki seçtikleri ülkelerde entegre olmaları gerekiyor. Entegre olmazlarsa, kapalı toplumlarda yaşıyorlar ve dış dünyayla bağlantıları kesiliyor. Böyle ınsanlar ve aileler o ülkeye hiçbir şey kazandırmıyorlar.”
    Moderatör (Almanca): “Sag’s auf Deutsch“u anımsadığınızda, belirli bir Hedef kitlesi gözünüzde canlanıyor mu?"
    Nazan Eckes (elbette Almanca): Bu hedef kitle, Almanya da yaşayan ve toplumda yerini almak isteyen herkesi kapsıyor. Benim kişisel hedef kitlem ikinci, üçüncü hatta dördüncü nesil türk kökenli göçmenler.
    Vladimir Kliçko: “Buraya gelenler, değişik ülkelerden, toplumlardan, kültürlerden gelmişler. Dünya da neler olup bitiğini sadece Rus, Ukrayna ve Türk televizyonlarından değil de, örnek olarak radyodan da dinlemeleri gerekiyor. Ayrıca yaşadıkları ülkede, yani Almanya’da neler olup bittiğini anlamaları lazım.”
    Moderatör (Almanca): “Çoğu yaşlı göçmenler kendi dünyalarında yaşıyorlar ve şunu söylüyorlar: 'Kendi gereksinimlerimi yaşadığım ortamda, azıcık Almancamla karşılıyorum. Bir şekilde işimi yapıyorum’. Bunu anlayışla karşılıyormusunuz? Bu kampanyayla bu insanlara ulaşmayı da amaçlıyor musunuz?”
    Nazan Eckes (elbette Almanca): “Hatta ilk aşamada bu insanlara ulaşılmasının amaçlandığını düşünüyorum. Kendi ortamında yaşanılmasını iyi bulmuyorum ve hiç bir zamanda desteklemedim. İnsanın kendi dünyasına çekilmesini, sadece Türk bankalarına gitmelerini, Türk yemekleri, Türk marketleri… olumlu bulmuyorum.”“
    Vladimir Kliçko: “Ama yemekler süper, değil mi?
    Nazan Eckes (elbette Almanca): “Tabi ki hepsi süper. Fakat bunun Almanya ile alakası yok. Bu bir ülkenin, Türkiye’nin Almanya’nın içinde olması gibi.”
    Vladimir Kliçko: “Little Turkey.”
    Nazan Eckes (elbette Almanca): “Little Turkey. Jaa!.”
    Vladimir Kliçko: “Bunların hepsi iyi. Fakat insanların iletişimde bulunabilmeleri lazım. Eğer biz Almanca bilmeseydik, şimdi burada iletişimde bulunamazdık. Senden şunu rica edersem, bizi izleyen seyircilere, Türkçe olarak Almanca öğrenmelerini söyler misin? Yoksa bizim burada Almanca ne konuştuğumuzu anlamayacaklar. Değil mi?”
    Nazan Eckes (elbette Almanca): “Şimdi mi söyleyeyim?”
    Vladimir Kliçko: “Evet, şimdi. Bende sonra Rusça yapacağım!”
    Nazan Eckes (kaçınılmaz olarak Türkçe ve parmağını uzatarak): “... Tamam. Tüm seyircilere merhaba. Biz şimdi burada nerede, ya niçin oturuyoruz? Tabii ki hepinize motivasyon vermek için. Lütfen hepiniz Almanca öğrenin. Almanca konuşalım. Viladimir Kliçko Almanca konuşuyor, ben Almanca konuşuyorum, sen de Almanca konuş.”

Vladimir Kliçko-Nazan Eckes


    Elbette iletişim ve reklam uğruna Türkçe de konuşur!
    Değişik kültürlerden ve ülkelerden ünlü insanların bulunduğu bu spotlarda, genelde "bütün göçmenler" algısı yaratılmaya çalışılırken, özelde ise, Türkiyeli göçmenlerin odak noktası olduğu göze çarpmaktadır.
    Bütün spotlarda (özellikle Nazan Eckes’in Türkçe konuşması) sanki bütün yabacıların (okula gidenler dahil) hiç Almanca bilmedikleri izlenimi uyandırılıyor.
    Bu kampanyalar hep aynı noktada kesişmektedir: Almanca öğrenmek, Almanca konuşmak, Almanlara entegre olmak, Alman yasalarına saygılı olmak vb.. Böyle kampanyalarla sanki birşeyler yapılıyormuş izlenimi verilmekte, fakat gerçekte ise, bir arpa boyu yol kat edilmemektedir. Yapılanlar "reklamlar" dan öteye geçmemektedir. Ama bir işlevi daha vardır: Göçmenler sorununu, yabancılar sorununu sürekli Almanya’nın gündeminde tutmak.
    Üstelik bu kampanyaların “hedef kitlesi” olan Türkiyelilerin ülke tarihi de unutulmaktadır. Bu öyle bir tarihtir ki, 1950’lerde, DP iktidarı döneminde, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları yürütülmüş ve sonucunda 6-7 Eylül 1955'te İstanbul'da, başta Rumlar olmak üzere azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi gerçekleşmiştir.
    Elbette reklam kampanyalarıyla insanları bir şeyleri tüketmeye özendirmek olanaklıdır, ama önemli olan neyin tüketildiğidir!