|
|
Die Gaste, SAYI: 41 / Nisan-Haziran 2016
|
Dönüm Noktası Olarak Çifte Radikalleşme mi?
[Die doppelte Radikalisierung als Zeitenwende?]
Prof. Dr. Dierk BORSTEL
Dortmund Meslek Yüksekokulu
Politik dönüm noktası geriye bakıldığında algılanır. Suanki politik ilişkilerde radikal bir değişiklik yaşandığını ve bunun toplumsal etkilerini öngörebilmek için belirgin nedenler var. Bunun ipuçları nelerdir?
Son seçimler, programlı “Almanya için alternatif” (AfD) başlığı ile yeni bir partinin yükselişini gösteriyor. Onun başarısı birçok gözlemci tarafından, özellikle göç ve bununla bağlantılı olan korkulardaki artışla açıklanmıştır (bkz. Häusler 2016). Ancak böylesi bir analiz çok kısa tahmin edilebilir. İlk olarak, Almanya'nın Avrupa’daki eğilime sonradan uyumlandığı görülüyor. Fransa, Avusturya ve Hollanda’da uzun zamandır benzeri partiler başarılı durumda. Onların gücü, sıklıkla yetersiz olarak yenilenen ve çok nadir açıkça tartışılan toplumsal çelişkiler gibi, demokratik düşüncenin tüm toplumsal çevrelerdeki yabancılaşmasıyla demokratik alternatiflerin zayıflamasından kaynaklandığı söylenebilir. İkincisi ise, AfD’nin göç sorularını vurgulamaksızın anti-euro partisi olarak başarılı bir başlangıç yapmasıdır. Onların gücü aşırı sağcı etiketle zor açıklanabilir. Tersine, onların gücü üç büyük kaynağa sahip: neoliberalizm, tutuculuk ve son zamanlarda artarak büyüyen ve açıkça görülen populizm.
İlginç olan AfD'nin seçmenlerinin bakış acısıdır. Burda görünen, AfD’nin Eyalet Meclisi seçimlerinde büyük partilerden oy kazanmasıdır. Her şeyden önce, kendini “toplumun ortası” olarak gören, şimdiye kadar seçmen olmayan büyük grubun AfD’de harekete geçmesidir. Bu faktör ilginçtir: Bielefeld Üniversitesi’nin araştırmacıları 2000 yılından bu yana “grup merkezli düşmanlık” olarak adlandırılan sendromun etkilerine karşı uyarıda bulunuyorlar. (bkz. Heitmeyer 2002 ve 2012). Bununla, toplumda zayıf olarak algılanan göçmenlerin, uzun süredir işsiz olanların ve engellilerin farklı değerlendirilmesi kastediliyor. Bu sendrom, üst ve alt grupların belirtilmesidir. En bilinen örnek aşırı-sağcılığın ötesinde günlük ırkçılıktır.
Demokratik katılımı benimsemiş, ama korkuları vurgulayarak, kriz senaryolarıyla ve karmaşık sorulara sözde basit çözümler getirerek harekete geçirilen bu toplumsal çevrede AfD’nin başarısından söz edilebilir. Biz bunun, aynı zamanda toplumun ortasında olan PEGIDA gibi gösterilerin seçimlerde radikalleşen yeni bir adımı olduğunu görüyoruz (bkz. Vorländer/Herold/Steven 2016).
Bu harekete geçirme, kendisiyle çelişen gerekçelerle çok farklı bölgelerde başarıya ulaşıyor. Bu iki örnekle açıklanabilir: Baden Württemberg gibi ekonomik olarak zengin bölgelerde refahı kaybetme korkusu AfD tercihinde önemli bir rol oynuyor. Korkulan şey, gayrimenkullerinin değer kaybetmesi, göçmenlerden dolayı okulların kalitesinin düşmesi ya da suç işleme olaylarının artması. AfD burada herşeyden önce refah şovenizmini şekilendirmeye hizmet ediyor.
Bu durum Doğu Almanya’da biraz farklı. Bölge uzmanı kriminolog Bernd Wagner, yirmi yıldır Doğu Almanya günlük kültüründeki katı halk bloğuna karşı uyarıyor (bkz. Wagner 1998). Doğu Almanya’nın geniş bir kesimi, özellikle kırsal ve küçük kentsel alanlar, bugüne kadar göç almadan kaldı (bkz. beispielhaft Borstel 2011). Buralarda çeşitlilik ve farklık kültürü yok ve batıdaki büyük şehirler gibi olmak çoğu kez korku ve saldırganlığa neden oluyor (bkz. Heinz 2015). Burada AfD mevcut durumu koruyan bir parti olarak kendini gösteriyor ve sağ-populist yanını vurguluyor.
Her iki örnekte de, büyük halk partilerin –Doğu’da Linke de bunların içinde yer alır– bu hareketlenen nüfusu kazanmaları ve –onlardan söz etmeden– demokratik sisteme entegre etmeleri artık pek olanaklı değildir. Onlar AfD’nin başarıyla ilerlediği ve doldurduğu boşlukta hızla güven kaybediyorlar. Her iki örnekte de, nüfusun önemli bir kesiminin bugüne kadarki milletvekillerinin artık kendilerini temsil etmediğini düşündükleri hissediliyor ve AfD de, “Nazi” ve “aşırı sağcılara” çağrışımı yapmaksızın, kendisine hitabeden bir alternatif oluyor.
Orta kesimdeki bu radikalleşme aşırı-sağcılığı yeniden teşvik ediyor. Onların temsilcileri, başkaları için kendisini tehlikeye atan “halkın cesur temsilcileri” olarak hissederler (bkz. Borstel 2016). Federal Kriminal Dairesi, 2015 yılında mülteci barınaklarına yönelik binden fazla eylem olduğunu belirtti. Birçok fail bugüne kadar bulunamadı. Bir çok şüphelinin yerel aşırı-sağcı çelik çekirdekten olmaması araştırmacıları şaşkınlığa düşürdü.
Sağ kesimde yeni bir terör ve daha fazla şiddet içeren –sözde toplumun ortasının manevi desteğiyle– ikinci bir radikalleşme yaşıyoruz. Bu eğilimin kalıcı ya da sadece kriz anına özgü bir görüntü olup olmadığı şuan için açık değil. Her durumda açık ve net olan demokratik aktörlerin zayıflıklarıdır. Bunların nedeni, sığınmacılarla ilgili belirsizliklerin yarattığı güvensizliklerle başaçıkmaktan çok daha derinlerde yatıyor.
Bunlar sadece sığınmacı krizi değil, daha çok temel demokrasi krizidir. Radikalleşmeye karşı olan kesim sağcı tahrikçi ve zorbalara karşı sadece “muhalif olmakla” yetinmemelidir. Bunun yerine, demokrasiyi geliştirmek, yeni katılımcılar harekete geçirmek için planlar üzerine çalışmalı, tüm toplumsal çevreleri temsil etmeli ve krizle başa çıkmak gibi toplumun gelecekle ilgili sorunlarının şekilendirilmesi konusunda güven vermelidir. Bunda başarılı olunmazsa, aşırı-sağcı şiddetle bağlantılı sağ popülist bloğun politikada ve toplumda kalıcılaşması muhtemeldir.
|
|
|
|